Konya ”dünyanın merkezidir” diyebilseydim
Sivrihisar'ın Hortu köyünde doğan; Akşehir'de bir ömür geçiren Nasrettin Hoca kadar kolay değil işim.
Hoca ile çağdaş olsaydım; "Konya dünyanın merkezidir; inanmıyorsanız ölçün!" diyebilirdim. Bugün konumumuzun ne olduğunu ilkokul çağındaki çocuklar bile saptayabilir; nesnel ölçülerle gerçeği yüzümüze söyleyebilir. Ağızdan çıkan sözün inandırıcı gerekçelerini ortaya koymazsak, onun "esiri" olabiliriz.
Konya'ya gittim; çok sayıda iş insanı ve kanaat önderi ile görüştüm; zihni modelimin varsayımlarını sorguladım; belli yargılara ulaştı
Otuz yıllık gözlemler
Önce sizleri otuz yıl öncesine götürmek istiyorum.
Ülkemizde küçük ve orta ölçek girişimlerin "yatırım hummasına" tutulduğu bir döneme tanıklık ediyorduk.
Eskişehir, Bursa, Çerkezköy ve Manisa Organize Sanayi bölgelerinin temelleri atılmış; mahkumu olduğumuz umutlarımız alabildiğine artmış; toplu iğne bile yapamayan ülkede "Topluma Dönük Sanayi" arayışları tartışma gündemine oturmuştu.
Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi, altyapı yeterliliği, enerji güvenirliliği, ulaşım olanakları, Cer Atölyesi'nden Hava İkmal Merkezi'ne, Şeker Makine Fabrikası'ndan tuğla-kiremit imalatçıları, un ve yem tesislerine; kamu ve özel kuruluşların yarattığı "sanayi bilinci olan işgücü" potansiyeli bakımından diğer bölgelere göre "kıyaslanamayacak üstünlüklere" sahipti.
Düz mantıkla baktığımızda, kısa zamanda bir "sanayi merkezi" olmak için Eskişehir uygun bir yerleşim alanı izlenimi veriyordu.
Başta Prof. Dr. İlhan Tekeli'nin araştırmaları olmak üzere, "bölge kalkınması" üzerine kafa yoran düşünürlerin makalelerini topluyor; çevireler yaptırarak Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi'nin gelecekte izlemesi gereken bir "yol haritası" yapmanın verilerini derliyorduk.
Duygulardan arınmış bütün hesaplar, Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi'nin 2000'li yıllara kadar çok canlı bir gelişme merkezi olmayacağını gösteriyordu.
Bulgularımızı yerel medya ve girişimcilerle en şeffaf ortamlarda paylaşıyorduk.
Yıllar sonra gazeteci Hüsnü Aslan bir yazısında, kağıtlar üzerine çizdiğimiz iç içe geçmiş halkaların ne anlama geldiğini şimdi daha net kavrayabildiğini,bizlerin haklı çıktığını yazdı.
Şimdi farklı düşünüyorum
Köprülerin altından çok sular aktı: gelişmeleri her zaman yakından izledim. Otuz yılda düşüncelerim farklılaştı: İstanbul-Kocaeli-Bursa'yı kapsayan Doğu Marmara yayında "mal üretme-odaklı" gelişmenin "verimlilik ilkeleri" bağlamında "hizmet üretimi-odaklı" alanlara kaymasının gerek şart olduğuna inanıyorum. Doğu Marmara Bölgesi'nde altyapıların hizmet-üretimi odaklı tasarlanmasının uzun dönemli geleceği güven altına alma açısından ivedilikli sorunlarımızdan biri olduğunu iddia ediyorum.
Mal üretimi-odaklı gelişmeyi Bursa-Eskişehir-Kütahya-Afyon-Konya eksenine kaydırmalıyız. Söz konusu ekseni "omurga" yapan bir kavrayış ve "havza mantığı" içinde fiziksel mekanların planlanması, akılcı bir tutum olacak.
Organize sanayi bölgeleri, "sinerjik kümelenmenin" yaratacağı "verimlilik ve rekabet gücü" odağından bakarak yeniden ele alınmalı. İhtisas esasına dayalı mekan planlaması aşamasına geçmeliyiz.
Türkiye'nin avantajı ölçek ekonomisine yönelmesindedir. Türkiye ucuz mal üretmeyi değil, "sürekli gelişimi" içeren; kaliteli ürün, orta sınıfın satın alma kalıbına uygun fiyat stratejisi izlemek zorundadır.
Türkiye'nin gelişme aşaması dikkate alınarak gözlendiğinde Konya'yı öne çıkaran değişkenler küçümsenecek gibi değil.
Birincisi, Konya ülkemizde her nasılsa yayılmış olan yanlış bir algılamayı asla hak etmeyen bir yöremiz. Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkenti olmanın ağırlığını, Mevlana'nın hoşgörüsünü, insanlığın ilk yerleşik toplumu yarattığı yöre olmanın birikimini hissettiren bir sosyo-kültürel altyapıya sahip.
İkinci özelliği, iki imparatorluğun yok oluşuna tanıklık etmenin yarattığı "dışlanmışlık psikolojisinin" üretim-odaklı girişimler yaratarak "biz de varız" meydan okumasına dönüşmesi. Toplu iğne bile üretemeyen bir ülkede, otomotiv yan sanayinden, un değirmenlerine; silindir üretiminden, araç üstü hidrolik gereçler yapımına; tarım makinelerinden ayakkabı üretimine ve elektronik gereçlerden yazılıma uzanan çeşitliliği olan bir üretim altyapısında "ilk adım teknolojilerini aşan" bir düzeye gelinmiş olması.
Üçüncüsü Konya'daki girişimcilerin "yapma ve yaratma iddiası" kadar; belki de ondan da önemlisi, kendini sorgulamadan çekinmeyen "özgüveni". Hiç kimse, kendi işyerlerinin ve yörenin "zayıf yönlerinin" tartışılmasından rahatsız olmuyor.Tam tersine, böyle bir tartışmayı, geleceği güven altına almanın araçlarından biri olarak algılayanlar çoğunlukta.
Gündemi doğru belirlersek
Üretim, deneyim ve iktidar ilişkilerinin toplumsal yapıyı örgütlemenin temeli olduğuna inanıyorsak doğru gündemlere sahip olmalıyız.
Geleceği yaratma iddiamız varsa, Bursa-Eskişehir-Kütahya-Afyon-Konya ekseninde ulaşım altyapılarını bir "ana plana" bağlamalıyız. Karayolu, demiryolu, hava ulaşımı ve denizyolu bağlantısında her bir adımın nasıl atılacağını herkes net bir biçimde bilmeli; olağanüstü koşullar dışında, ana plandan sapılmayacağı konusunda "siyasi iradeyi" netleşmeye zorlamalıyız.
İletişim altyapısını 2050 yılında dünyadaki "teknolojik eğilimler" bağlamında ele almalı; atılacak her adımın projesini ortaya koymalıyız.
Organize sanayi bölgeleri, potansiyellere göre "ihtisaslaştırmalı", araziler "üretim koşullu mülkiyet" esasına göre tahsis edilmeli; bir "rant aracı" olmasına göz yummamalıyız.
Özellikle "yerel yönetimlerin", havzadaki gelişmeleri yönlendirmede "inisiyatif kullanmaları" sağlanmalı; "yerel bürokrasi" ekonomik-odaklı ihtiyaçlar için eğitilmeli, girişimcilerin önünü açan bir anlayışı yönetimlere hakim kılmalıyız.
Havzadaki üniversiteler ile ihtisaslaşmış organize sanayi bölgeleri arasında bir paralellik kurulmalı; bilgi-odaklı rekabette sanayi-üniversite işbirlikleri mutlaka ileri düzeylere taşımalıyız.
Bursa-Eskişehir-Kütahya-Afyon-Konya valilerinin, belediye başkanlarının, sanayi ve ticaret odalarının ve diğer sivil inisiyatiflerin yılda en az iki kez bir araya gelerek; öngörü ve önlemleri tartışmalarını sağlamalıyız.
İnsan ve sermaye kaynağını israf etmeden gelişme yaratmak istiyorsak, "ne yapacağımızı" netleştirmemiz gerekir… Nereye gideceğini bilmeyen kaptana, hiçbir rüzgarın yararı olmayacağını biliyoruz. Bu açıdan bakıldığında Konya'nın "potansiyel alan" olduğunu herkese kanıtlamalıyız.