Konuşmaktan yönetmeye…
"Krizin Sözlü Tarihi" adlı kitap bugünlerde yeniden okunmalı. Kasım 2000-Şubat 2001 kriz sürecini "tanıklarına" anlattıran değerli meslektaşlarım Hatice Aydoğdu ile Nurhan Yönezer imzalı o kitap, aslında masa üstünden, başucundan eksik edilmemeli. Çünkü, Türkiye bir krizler ülkesi. "İstikrar" denilen "şey" de iki kriz arasındaki "kısa mola" dönemi.
Kitabı masa üstünden eksik etmezseniz, kısa molalarla birbirini izleyen kriz süreçlerinde siyasi iktidarların ve ekonomi bürokrasisinin zihnen ve fiilen nasıl "darmadağın" olduğunu, krizlerin nasıl "yönetilemediğini", yönetilemeyen krizlerin "helezonik" bir ivmeyle nasıl tırmandığını; sonuçta malî sistemi ve reel ekonomiyi "psikopatlaştırarak" zıvanasından nasıl çıkardığını tanıklarının ve "sanıklarının" dilinden öğrenirsiniz.
"O yıllarda dünya ekonomisi bir dizi sorunla yüz yüzeydi: Güneydoğu Asya Krizi'nin şoku daha atlatılmamışken, Rusya'da Ruble'nin devalüe edilmesi ve borç erteleme kararıyla yeni bir finansal kriz gündeme oturtmuştu." Kitapta bahsedilen yıllar 1997-1998 aralığıdır. Öncesinde yönetilemeyen "içten ittirmeli"1994 krizi iki yıl sonra Türkiye'yi ekonomik, malî ve siyasi yapısıyla "alabora" edecektir.
Bir şeyi daha öğrenirsiniz: İster "içten ittirmeli" ister "dıştan çökertmeli" olsun her mali-ekonomik krizin kendine özgü dinamikleri, teknik sebepleri var. Bunların bir kısmı kontrol edilebilir, bir kısmı edilemeyebilir. Ama hepsi beş duyu ile algılanabilir. Algılanması zor olan "dinamik" krizin psikolojik boyutudur.
Yönetilemeyen kriz …
Türkiye'nin yakın tarihinden alınacak bir derstir: Doğru algılanamayan ve doğru yönetilemeyen krizin çözümü olmaz! 2008 krizi hükümet ve ekonomi yönetimi düzeyinde bu dersi bir kere daha doğruluyor. İki noktada doğruluyor:
Bir: Hükümet krizin küresel boyutunu tüm dinamikleriyle analiz edebilmiş değil. Bu konuda ciddi bir teknik zafiyet göze çarpıyor. Oysa, bu kriz en az iki yıldır birikiyordu. Daha ötesinde Türkiye ekonomisinin kimi temel sorunları vardı ki, bunlar stratejik bütünlük içinde algılanıp çözümlenmedi.
İki: Tamam, ekonomi 2001-2002 şartlarında değil. Ders alındı filân ama alınan "derslerin", bazı yapısal-kurumsal tahkimata rağmen, hesapsız dış borçlanmaya dayalı kof bir büyümeden başka bir sonuç yaratmadığı da kavranmadı.
Şimdi, kontrol edilemeyen küresel kriz dinamikleriyle, zamanında kontrol altına alınmayan iç sorunlar birleşti ve bugün reel ekonomiyi "paniklemenin" eşiğine getirdi.
Doğru yönetilirse…
Gelinen aşamada hükümet düzeyinde sergilenen "rahatlığı" anlamak kolay değil. Kamuoyuna verilen görüntü, yönetim düzeyinde "her türlü tedbirin" alındığı dolayısıyla bundan fazla yapılacak bir şey olmadığı.
Buna karşılık, mali ve reel sektörün hemen hemen tüm temsilcileri, sektörler hattâ firmalar düzeyinde gittikçe büyüyen ortak talep, küresel krizin Türkiye ekonomisini vurmaya başladığı dolayısıyla taktik ve stratejik "acil" tedbirlerin alınması.
Küresel kriz Türkiye'de hükümetle ekonomi arasındaki bu iki "zıtlık" arasında "şişmeye" başladı. Algılanması gereken ilk kötü belirti bu. Hükümet önce ve özellikle reel ekonomiyle kendi arasındaki algı farkını sıfırlamak zorunda.
Bunun yolu, her gün orada burada "lâf dolaştırarak" zaman harcamak, sonuçsuz toplantılarla kamuoyunu "avutmak" değil. Bunun yolu, önce "ekonomi yönetimini" merkezileştirmek, aralarındaki "kopuklukları" bertaraf etmek; özel sektörün entelektüel ve pratik kapasitesini de bu yapıya monte ederek kısa vadeli, uygulanabilir, etkin bir "özel programı" acilen oluşturmaktır. Krizi doğru yönetmenin ilk şartı budur. Doğru yönetilip de aşılamayan kriz yoktur!