Kontrol edilen yabancı kurum kazancı (2)
Önceki yazımızda Kurumlar Vergisi Kanunu'nun (KVK) 7. maddesinde düzenlenen “kontrol edilen kurum kazancı” müessesesini irdelemeye başlamıştık. Kısaca bu müessese ile; tam mükellef gerçek kişi ve kurumların -ilişkisiz olsa bile- doğrudan veya dolaylı olarak ayrı ayrı ya da birlikte sermayesinin, kâr payının veya oy kullanma haklarının en az %50 sine sahip oldukları yurt dışı iştiraklerinin kurum kazançları, aşağıdaki koşullarla Türkiye’de kurumlar vergisine tabi tutulmuştur.
1) İştirakin toplam gayrisafi hasılatının %25 veya fazlasının faaliyet ile orantılı sermaye, organizasyon ve eleman istihdamı suretiyle yürütülen ticarî, ziraî veya serbest meslek faaliyeti dışındaki faiz, kâr payı, kira, lisans ücreti, menkul kıymet satış geliri gibi pasif nitelikli gelirlerden oluşması.
2) Yurt dışındaki iştirakin ticarî bilânço kârı üzerinden %10’dan az oranda gelir ve kurumlar vergisi benzeri toplam vergi yükü taşıması.
3) Yurt dışında kurulu iştirakin ilgili yıldaki toplam gayrisafi hasılatının 100 bin TL karşılığı yabancı parayı geçmesi.
Ancak kanunun bu maddesinin gerekçesinde bu konuya ilişkin yanlış açıklama yapılmış ve bu kârın hesap dönemi içerisinde sahip olunan en yüksek hisseye göre hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu açıklamada konu, kontrol oranına ilişkin olarak tasarıda yer alan açıklama ile karıştırılmıştır. Yıl içerisinde önceleri %75 hisseye sahip tam mükellef kurumun kasım ayı içerisinde %20 hissesini satsa, alabileceği kâr payı %55 olacaktır. Oysa kanunun amacı tam mükellef kurumların yurt dışında elde edecekleri söz konusu kâr paylarını, yurt dışında kâr dağıtımı veya Türkiye’ye getirme koşulu aranmaksızın vergilemektir. Yoksa amaç, hukuken elde edilemeyecek bir kâr payını, varsayım olarak matraha almak değildir. Neyse ki 1 sayılı Kurumlar Vergisi Genel Tebliği'nde, yanlış gerekçeye itibar olunmaksızın, haklı ve yerinde olarak yurt dışı iştirakin hesap dönemi sonundaki pay oranına itibar olunacağı görüşü benimsenmiştir.
Öte yandan yurt dışı iştirakin vergi yükünün hesabında, diğer ülkelerdeki iştiraklerinde ödediği vergilerin dikkate alınmaması da bir haksızlıktır. Yurt dışında kontrol edilen kurum niteliğindeki iştirakin kazançlarını, yüksek vergi oranına/yüküne sahip ülkelerdeki iştiraklerinin pasif nitelikte olmayan faaliyetlerinden elde etmesi halinde, bu haksızlık açıkça ortaya çıkmaktadır.
Burada akla gelen bir diğer konuda Türkiye’deki kurumun kontrol edilen kurum ile karşılıklı iştirak ilişkisi içerisinde bulunmasıdır. Bu durumda Türkiye’den dağıtılan kârın kontrol edilen kuruma isabet eden kısmı izleyen yıl tekrar Türkiye’de kurumlar vergisine tabi tutulacak ve çifte vergileme ortaya çıkacaktır. Bu nedenle kontrol edilen kurumun, Türkiye’deki pay sahibi kurumdan veya onun aracılığı ile elde edilen kazancın kontrol edilen kurum kazancı olarak kabul edilmemesi gerekmektedir.
Bu maddenin uygulanmasında yurt dışındaki iştirakin ödemiş olduğu gelir üzerinden alınan vergiler, yurt dışında ödenen vergilerin mahsubuna ilişkin hükümlere göre Türkiye’de hesaplanan kurumlar vergisinden mahsup edilebilecektir. Böylece yurt dışı iştirakin kazancı üzerinden çifte vergileme yapılması önlenmiş olacaktır. Yurt dışında kurulu iştirakin elde ettiği gelirleri üzerinden ileride kâr payı dağıtımında bulunması halinde, elde edilen kâr paylarının daha önce Türkiye’de bu madde kapsamında vergilenmiş kısmı üzerinden tekrar kurumlar vergisi hesaplanmayacaktır.
Kontrol edilen kurumun tespiti, kazancının belirlenmesi ve kontrolü ile ilgili olarak sağlıklı bir belgelendirme yükümlülüğünün öngörülmemesi de bence bir eksikliktir.