Konkordato’dan korkmamak lazım
Son günlerde ekonomi haberleri içinde sık sık karşımıza “konkordato” kavramı çıkmaya başladı. Hatta yaklaşık 20 gün önce Ege Sanayi Odası bir toplantı düzenleyerek, sanayicileri ve ilgilileri süreç hakkında bilgilendirdi, sürecin sağlıklı işlemesi için gerekenleri anlattı. Bazılarının yeni çıkmış gibi davrandığı konkordato, aslında İcra ve İflas Kanunu'muz kadar eski bir müessese. Bu kadar öne çıkmasının temel gerekçesi ise son 15 yılda popülaritesi çok artan iflas ertelemenin artık olanaklı olmaması ve geçtiğimiz mart ayında yapılan düzenlemeler ile sürecin daha köşeli ve uygulanabilir hale getirilmiş olması.
Her şeyden önce konkordato kelimesinin ne anlama geldiğine bakmak gerekir sanırım. Kelimenin latince kökeninden yola çıkıldığında karşımıza çıkan anlam anlaşma, uyuşmadır. Kapsam içinde değerlendirdiğimizde, borçlu ve alacaklıların anlaşması anlamına geleceği açıktır. Dolayısıyla süreci, yasal gözetim ve denetim altında borç yapılandırması diye düşünmek anlamlı olacaktır.
15 Mart 2018 tarihinde “İcra ve İflas Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 13. maddesi ile 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 285. maddesinde yapılan değişiklik ile “Borçlarını, vadesi geldiği hâlde ödeyemeyen veya vadesinde ödeyememe tehlikesi altında bulunan herhangi bir borçlu, vade verilmek veya tenzilat yapılmak suretiyle borçlarını ödeyebilmek veya muhtemel bir iflâstan kurtulmak için konkordato talep edebilir” hükmü getirilmiştir.
2018 yılında yapılan değişikliklerle kanunda önceden daha genel anlamda düzenlenen bu müessese detaylı olarak ele alınmıştır. Yukarıdaki cümleden yola çıkarsak, ortada bir borçlu olması ve bu borçlunun aslında ödemek niyetinde olduğu ama ödeyemediği borçlarının olması gerekmektedir. Peki her borcu olan ve ödeme niyeti olan şirket bu müesseseden ve kendisine sağlayacağı avantajlardan yararlanabilmeli midir?
Kanunun izleyen maddelerine göre konkordatodan yararlanabilmek için bir şirketin öncelikle borçlarını, belirli bir oranda bile olsa ödemesine ilişkin bir ön projesinin olması gerekmekte, bu projeyi hayata geçirmek yerine şirketin iflası durumunda alacaklıların alacaklarının daha düşük bir oranda tahsil edebilir olması gerekmektedir. Yani konkordatonun temel amacı alacaklarını ödeyebilmesi için borçlunun bir şekilde korunmasını sağlamaktır.
Bir başka deyişle, sistemin mantığı gayet iyi niyetle ve iyi şekilde kurgulanmıştır. Temel sorun bu olanaktan yararlanabilecek şirketlerin tespitinin doğru yapılması ve sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülmesidir.
Bir şirketin gelir tablosunu üç ana parçaya ayırırsak, birinci parça şirketin faaliyet becerisini, ikinci parça sermaye yapısı ve finansal yönetim becerisini ve son parça ise bu iki parçanın birlikte değerlendirilmesini içerecektir. Genel bir kural olarak yapılandırmanın özellikle faaliyet becerisi yüksek olan yani gelir tablosunun ilk parçasının sonucunda karlı gözüken ancak ikinci kısmında yetersiz olan firmalara yönelik olmasıdır. Dediğim gibi bu çok kaba bir kural olmakla beraber, başlangıç noktası olması açısından önemlidir.
Bütün bu süreç boyunca akılda tutulması gereken bir diğer konu ise şirketlerin sahiplerinden, kurucularından ayrı bir varlık olduklarıdır. Yapılacak işlemler, yürütülecek süreçler şirketin varlığına ilişkindir. Bu temel prensip gözden kaçırıldığı takdirde, konkordato kelimesinin altında yatan anlaşma kavramını kaybetmek ve süreci ölüme götürmek çok kolay olacaktır.