Konkordato salgına dönüşmeden…
Toplumsal maliyeti yüksek bir dezenflasyon programı izliyoruz. Bu yüksek maliyet için birçok neden sayabiliriz: Geçmişteki itibar kaybından dolayı enflasyon beklentilerinin istenilen hızda iyileşmemesi; para ve maliye politikasına yardımcı olacak sektörel reformların hayata geçirilmemesi; izlenen programın iletişiminin iyi yapılmayıp toplumsal mutabakatın aranmaması… Bu politika hatalarının topluma maliyetini sayısı giderek artan konkordato başvuruları gibi birçok alanda görüyoruz. Yılın ilk 7 ayı itibarıyla gerçekleşen konkordato başvurusu geçen yılın tamamının üzerine çıkmış durumda.
Eskiden beri Türkiye’de şirketlerin nakit akışı yönetimi konusunda problem yaşadıklarını biliyoruz. O yüzden ekonomideki talebin ve piyasadaki nakit akışının kötüleştiği bu dönemde konkordato başvurularındaki artış şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan ise bulaşıcı bir salgına dönüşme riski olan bu duruma karşı politika yapıcıların henüz bir önlem almamış olması…
Burada önemli olan nokta şu: kısa dönemli bir sıkıntı yaşayan şirket için konkordato olumlu sonuç veriyor. Şirketlerin %80’i daha sonra ticari faaliyetlerine kaldıkları yerden devam edebiliyorlar. Dolayısıyla konkordato süreci bu şirketler için bir nevi oksijen çadırı görevi görüyor.
Problemli olan nokta ise şirket bazında düşündüğümüzde olumlu sonuç verebilecek konkordatonun yaygınlaşmasının ekonomi için büyük bir risk oluşturması… Konkordato ilan eden şirketin piyasaya olan borçlarını ertelemesi, aynı üretim ve tedarik zincirinde yer aldığı şirketlerin de nakit akışlarını olumsuz etkiliyor. Bu da yeni konkordato başvurularını tetikleyerek piyasanın tamamına bulaşabilecek bir salgına davetiye çıkarıyor.
Ne yapmalı?
Çalışanlarına maaşlar ödendikten sonra, konkordato ilan eden şirketlerin reel sektöre olan borçlarının ödenmesine öncelik verilebilir. Finansal kurumlara ve kamuya olan borçlar ertelenebilir. Böylece piyasadaki nakit akışı fazla bozulmamış olur. Bu konuda iş T.C. Adalet Bakanlığı’na düşüyor. Yapacağı bir düzenlemeyle reel sektörün bir nebze nefes alması sağlanabilir.
Yukarıdaki düzenlemeye ek olarak bir konkordato fonu kurulabilir. Konkordato ilan eden bir firmadan alacağı olanlar, yine yukarıda belirttiğim ödeme önceliğiyle, tahsilatı konkordato fonundan karşılayabilirler. Firmalar da konkordatodan çıktıktan sonra bu fona ödeme yapabilirler. Yani işin özeti, politika yapıcılar bir an önce piyasada oluşması muhtemel panik havasına engel olup reel sektörün nakit akışında olumsuzluğu azaltacak düzenlemeleri bir an önce hayata geçirmeliler.
Tam da bu noktada mevcut yönetim sisteminin karar alma süreçlerindeki hantallığından ve son dakikaya kadar aksiyon al(a)mayışından bahsetmek gerekiyor. Oysa bu yönetim sistemini savunanlar tam tersini iddia ediyordu. Güncel bir örnek verelim: deprem bölgesinde ticari hayat normalin çok uzağında. Mali müşavirlerin çoğu konteynırda çalışıyor. İşyeri sahiplerinin önemli bir kısmına işyerleri hala teslim edilmedi.
Firmaların bireysel başvuru yapmak zorunda oldukları mücbir sebep hali de 31 Ağustos’ta sona eriyor. Eğer bu süre uzatılmazsa deprem bölgesindeki birçok işletme ne beyanname verebilir ne de borçlarını ödeyecek bir güce sahip olur. Bölgedeki iş dünyası temsilcileri aylardır seslerini duyurmaya çalışıp haklı taleplerini dile getiriyor. Bugün 27 Ağustos, sürenin dolmasına sadece 4 gün var ve deprem bölgesindeki iktisadi faaliyetleri derinden etkileyecek bir karar konusunda yetkililerden hala çıt yok!