Konjonktür yönetimi kırılganlığı çözmüyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

 

 
 
Yoksul ülkeleri ve sistemin en gelişmiş ülkelerini bir yana bırakınca geriye kalan gruba "gelişmekte olan ülkeler" diyor ve bunların en dinamiklerini "yükselen ülkeler" diye adlandırıyoruz. Son yıllarda çeşitli uluslararası kuruluşların farklı senaryolarla 20 ila 50 yıl içinde nasıl güçlenip dünya ekonomisi içindeki paylarını arttıracaklarına dair projeksiyonlarını kanıksadığımız bu gruba Türkiye de dahil olduğu için özgüvenimiz de artıyor. Bu kadarı iyi hoş da iş, projeksiyonların temelindeki varsayımlara ve detaylara, böyle uzun vadeli vizyonların gerektirdiği stratejilere, ev ödevlerine geldiğinde aynı heyecanı, tartışma isteğini görmek pek mümkün olmuyor.
 
Oysa kredi derecelendirmesinden sıfırdan doğrudan yatırım kararlarına kadar her konuda en önemli kırılganlığımız olarak gösterilen öngörülebilirlik sorunumuz ortadayken, bunun artık geçerli olmadığını öncelikle kendimize kanıtlamamız gerekiyor.
 
Yükselen ülkeler ve öngörülebilirlik
 
En yeni motivasyon kaynağı, Türkiye'yi 7nci yükselen ekonomik güç olarak zikreden ABD'deki Kongre Araştırmaları Merkezi. Dört BRIC (Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya) dışında Endonezya, Meksika ve Türkiye'nin yeni güç dengesinde en fazla ilerleme potansiyeli taşıdığını vurgulayan değerlendirme, rezervlerini de koymayı da ihmal etmiyor. Türkiye için dış açık tehlikesine ve bunun finansman kalitesinin arttırılması gereğine dikkat çekiliyor. Yani hep konuştuğumuz "potansiyelini bil, ama handikaplarını gidermeyi unutma" hikayesi.
 
Aslında yükselen ülkelerin ortak özelliklerine baktığımızda ekonomik canlılığın ve tüketimin istikrarlı bir artış trendi içinde olduğunu, üretim ve teknoloji bacağında ise farklılaşan ve zigzag çizen performanslar ile karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Bu nedenle, bu ülkelerde ve özellikle Türkiye gibi doğal kaynak avantajı ve tasarruf fazlası olmayanlarda açıklanması güç çelişkiler ve belirsizlikler oluşuyor. İç talep artarken işsizliğin de artması, büyüme ile borçlanma, ihracat ile ithalat, cari açık ile bütçe gelirleri, kredi arzı ile yatırım talebi arasında beklenmedik dengesizlikler ortaya çıkıyor. Esas itibariyle ekonominin yapısı ile ilgili temel özelliklerden, teknoloji düzeyinden, verimlilikten, tasarruf açığından kaynaklanan bu dengesizlikler, bu yapısal sorunlarda bir değişme olmaksızın konjonktürel araçlar ile aşılınca (ki bu da bir başarıdır) kısa vadede çözüm sağlansa da uzun vadeli görüş mesafesi netleşmiyor. Zaman kazanılıyor, ama zamana dayanıklı kalıcı çözümlerin bulunup bulunamayacağı sorusu yanıt bulmuyor.
 
2013'ten beklentiler olumlu ama…
 
Nitekim bu yılki mütevazi ama bilinçli olarak yavaşlatılmış performanstan sonra 2013'te yeniden yükselecek bir büyüme trendi başlayacağı umudu son gelişmeler ile güçlendi. Faizlerde düşüş, dövizde istikrar ve sermaye piyasasında hareketlenme, özelleştirmede gözlenen hızlanma ile birleşince hem kamu finansmanı güvenceye alınmış, hem de milli gelire oranı yüzde 6'lara gerileyecek cari açıktaki rahatlamanın etkisiyle iç talebi canlandırma imkânı elde edilmiş olacak. Neyse ki cari açığı önemsememe hatasından çabuk döndük, yatırımcılar ve borç verenler nezdindeki algımızı iyileştirdik. İhracattaki artış temposunu sürdürebilir, iç talebi de cari açığı azdırmadan canlandırmayı başarabilirsek belki umulandan yüksek büyüme de görebiliriz.
 
Ama konjonktür yönetimini ne kadar iyi yaparsak yapalım, başarıyı bu şekilde kaç yıl sürdürebileceğimiz belli değil. Çünkü hem bütçe dengesini sağladığımız kaynaklar (dolaylı vergiler, özelleştirilecek kamu varlıkları) sınırlı, hem de mevcut ekonomik yapı ile her büyüme artışı, cari açığı da büyütüyor.
 
Tabii ki doğru yapıldığında özelleştirmenin verimlilik etkisi ya da bireysel emeklilik sisteminde yüzde 25 devlet katkısı veya varlık satışında devletin bakım ve idare külfetinden kurtulması gibi yapısal nitelikte gelişmeler de söz konusu. Ancak sürekli büyümenin gerektirdiği yapısal dönüşüm ihtiyacına oranla bunlar marjinal kalıyor. Kaldı ki son köprü ve otoyol özelleştirmesi gibi örnekler, gelecekteki alacakların reeskont edilmesi anlamında başarılı finans operasyonu niteliğindedir, yapısal sayılmaz.
 
Reel sektör ne durumda?
 
Yine de konjonktürü iyi yönetmek ve böylece daha köklü değişim için sahip olduğumuz zamanı arttırmak az şey değil. Ayrıca özelleştirme ve varlık satışı ile daha uzun vadeli yanı ılık bir dış kaynak girişi de sağlanıyor.
 
Ancak bu arada borçlanan ya da yurtdışındaki varlıkları azalan reel sektörün, ölçek ve verimlilik zaaflarıyla, bu tip bir cari açık yönetimini ne kadar kaldırabileceği şüpheli. Başarıyoruz diye geçici politikaları kalıcı sanmayalım da!..
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019