Konjonktür ve merkez bankaları
Küresel krizden çıkış sürecinde bir çok Merkez Bankası kulvar değiştirip, konjonktür yönetiminde aktif rol aldı. Para politikası gevşetildi. Ciddi ölçeklerde parasal genişleme yapıldı. Faiz oranları olabilecek en düşük düzeye çekildi. O tarihte egemen olan resesyon konjonktürünün tersine çevrilmesi, ekonomilerin yeniden canlandırılması için bunun gerekli olduğu düşünüldü.
Merkez Bankaları arasında bu tür bir parasal gevşemeye tereddütlü bakanlar da oldu. Ekonomiye canlandırma ivmesi vermekten çok alışılmış denge-istikrar ekseninde kalmayı yeğledi bunlar. Avrupa Merkez Bankası bu tür muhafazakar para politikası yaklaşımını seçenlerin en önemli örneği oldu.
O dönemin daralma konjonktürüne karşı daha aktif davranan Merkez Bankaları kendi ekonomilerinin görece daha sığ bir dip noktasından, daha kısa sürede dönmelerine katkı sağladı. Amerikan Merkez Bankası (FED) de bu türün en önde gelen örneği oldu.
* * *
Küresel krizde dipten dönüldükten sonra ekonomilerde sorunlar farklılaştı. Para otoritelerinin seçeceği kulvarlar da çeşitlendi. Kriz konjonktürü hemen bütün ülkelerde ciddi çıktı açıkları üretmişti. Enflasyon baskılarının bu nedenle düşük düzeye çekilmiş olması alışılmış para politikası kalıpları açısından Merkez Bankalarının elini rahatlatmıştı. Depresif baskıları hala güçlü biçimde hisseden, yavaşlama-daralma konjonktürüne hala daha yakın duran ekonomiler vardı.
Bu ekonomilerde Merkez Bankaları görece gevşek para politikası kulvarında kalmayı sürdürdü. Bu evrede Avrupa Merkez Bankası da bunlara katıldı.
Küresel krizden görece daha çabuk ve daha yüksek büyüme hızları ile çıkan ekonomiler farklı sorunlarla karşılaştılar. Bir kısmında hemen enflasyon baskısı hissedildi ve para politikalarını bir doz sıkılaştırmak gerekti . Brezilya, kısmen Çin, kısa süre için de olsa, bu yöne dönmek durumunda kaldı.
Bazı ekonomilerde ise fiyat istikrarı sorun olmazken finansal istikrar sorun yaratmaya başladı. Sorunun kaynağında bu ekonomilere sermaye girişlerinin güçlenip, hızlanması yatıyordu.
Yığılmalı olarak gelen sermaye bu ekonomilerde iç içe girmiş iki sorun üretti. Bunlardan birisi, banka sistemine giren taze paranın kredi hacmini genişleterek ekonomide ısınma baskısı yaratmasıydı.
İkinci sorun da sermaye girişinin, döviz kurunu baskılayıp ulusal paranın aşırı değerlenmesine yol açarak, dış dengede bozulma baskısı yaratmasıydı. Daha çok gelişmekte olan ülkelerde gözlenen bu ikili gelişme alışılmış kriz sürecinde sıkı para politikası eksenini zaten terk etmiş olan Merkez Bankalarını pek de alışık olmadıkları bir politika seçimine itti.
Yerleşmeye başlayan uluslararası yavaşlama konjonktürüne karşı da tedbirli olmak durumunda olan Merkez Bankaları, sermaye girişinin olumsuz etkilerinden de korunmak zorundaydı. Faiz, para miktarı likidite vb gibi alışılmış para politikası önlemlerinin yanında banka karşılıklarını da alet olarak kullanmaya başlayan, faiz oranlarını bir koridor içine yerleştirerek yöneten çok amaçlı-çok araçlı bir para politikası anlayışı öne çıktı. "Makro ihtiyati para politikası" olarak tanımlanan politikaydı bu. Konjonktür uyumlu bu yeni para politikası uygulamasının en önde gelen örneğini de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası verdi.
* * *
Küresel krizden bu yana Merkez Bankaları konjonktürel salınıma uygun biçimde politikalarının niteliğini ve yönünü değiştirmenin çeşitli örneklerini verdiler. Şimdi konjonktür bir kez daha Merkez Bankalarını para politikalarının niteliğini ve yönünü değişemeye zorlayacak bir yöne devinecek gibi görünüyor. 2013 yılında başlayan süreçte buna tanık olacağız.
Bu noktaya gevşek politikayla gelenler ekonomiye verdikleri aşırı paranın yaratacağı sorunlara çare arayacaklar. FED içinde anlaşmazlık belirtilerinin ortaya çıkmış olması bunu gösteriyor. Ötekiler de görece daha sıkı tutulan politikalar nedeniyle durgunluğa ve yükselen işsizliğe çare aramak durumunda kalacaklar. Yayılma eğilimi gösteren büyüyememe sorunu da buna işaret ediyor. İzleyip, göreceğiz.