Konfor alanını terk et ve başarılı ol…
Mustafa BAŞAR
Kişisel gelişim uzmanlarının son 15 yıldır dünya genelinde sürekli dile getirdikleri bir kavram var; “comfort zone” (konfor alanı). Nedir bu? Kötü mü yoksa iyi mi? İçinde miyiz dışında mı nasıl anlaşılır? En basit tarifiyle, rutinleşen düzeniniz, farklı atılacak her adımın risk barındırdığını düşündüğünüz alandır konfor alanınız. Alışkanlıklarınız size güven verir, farklı şeylere teşebbüs etmek konusunda kendinizi frenlersiniz. Gelişmeye, zenginleşmeye, öğrenmeye giden yolun başlangıcındaki en tehlikeli soru gelir aklınıza; ne gerek var?
Aslında ülkemizde ataletin, birçok alandaki geri kalmışlığın temel sebebi, toplumu geleceğe hazırlamak ve taşımakla yükümlü eğitim sisteminin ta kendisinin, konfor alanını bireylere çekici kılmasıdır. Liseye geçiş, sonra üniversitelere giriş, sonrasında da KPSS sınavları bireyleri tek tip, ezbere dayalı çalışmaya zorluyor. Bu sistem, yeteneklinin, cesaret gösterinin, farklı bir fikri olanın, hayal gücü yüksek olanın ödüllendirildiği bir sistem değil elbette. Eğitim hayatı boyunca başarı göstermeyen, farklı bir proje üzerinde çalışmayan öğrenci, sınav öncesi soru bankası & test kitapları gibi çeşitli yardımcılarla benzer soruları sıkça çözmeye çalışıp, cevapları gördükçe başarı ihtimali yükselir. Özetle benzer soruları çokça çözüp, sınavı geçen öğrenci, “iyi öğrenci” olur. Sonra KPSS, devlette ya da özel sektörde memurluk vs. Bu şekilde ilerleyen bireyin sonrasındaki kariyer hayatı da malum. Ekip & Takım çalışması, departmanlar arası uyum vs. derken eğitim hayatına benzer bir iş hayatı sürer. İşte bu sürecin tamamıdır konfor alanı. Sadece çalışanlara yönelik olduğunu düşünmeyin konfor alanı tuzağının, kendi işiyle meşgul insanlar da maalesef bu tuzağa düşer. Hep aynı müşteriler üzerinden dönüyorsa ticaretiniz, yeni satış kanalları geliştirmiyorsanız, sürekli yeni ürünler eklemiyorsanız portföyünüze, siz de konfor alanından çıkmıyorsunuz demektir.
İnsan aslında yaşam boyu bir yürüyüş halindedir, ilk adımlarını atan, sonra küçük adımlarla koşmaya başlayan bir bebek düşünün, önde gitse de durup, arada bir bakar arkaya, anne- babaya. İşte insan konfor alanını ilk böyle belirler. Ne mutlu ki, çevremde konfor alanından çıkıp, batılı iş dünyasında sıkça bahsedilen “sihrin gerçekleştiği bölge”ye geçen insanlar da var. Orhan Çavuşculu gibi, kariyer hayatında risk alıp, iç piyasada edindiği satış tecrübelerini yurt dışı pazarlarda sınayan, yeni şeyler öğrenip kendini geliştiren ve ülkemize ihracat alanında katkıda bulunup döviz kazandıran profesyoneller var. Tarihe baktığımızda, insanlığın gelişimine katkıda bulunan bütün âlimlerin, bilim adamlarının, liderlerin, başarılarla dolu bir ömrü tamamlamış işadamlarının tamamının bireysel konfor alanlarını terk ettiklerini görürüz.
Yaşam bir deniz, insan da bir gemi misali… Sürekli aynı limanda demirlemesi için mi üretilir gemi? Fırtınalı da olsa hava, dalgalı da olsa deniz, başka limanlara gitmesi, çalışması, insanlar için bir şeyler götürüp getirmesi gerekmez mi? Ya insan? Nedir hayat gayesi? Felsefinin temelindeki soru bu değil mi? Yeni şeyler öğrenmeyeceksek, her şey olması gerektiği gibi olduğu halde, rutine bağlayan işimiz, gündelik yaşamımız neye yarar? Kendi kendinize huzursuzluk hissettiğiniz, küçük de olsa bir şeyler yapmam gerek diye düşündüğünüz an, sakın ama sakın hareketsiz kalmayın. Hemen farklı bir şeyler yapın, huzursuzluk veren yarım bıraktığınız işleri bitirin, hep gittiğiniz yoldan gitmeyin işinize mesela, dönerken de eve farklı bir yol kullanın. Yemeklerini çok sevseniz de farklı bir yerde yiyin öğlen yemeğinizi. Uzun zamandır görüşmediğiniz kişileri arayın, mümkünse yepyeni kişiler de tanıyın. Hep aynı yere tatile gitmeyin. İş ya da özel hayatınızdaki sorunlar konusunda artık farklı bir sonuç almak istiyorsanız, Albert Einstein’ın uyarısını hatırlayın; “Hep aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar elde edeceğini sananlar yalnızca aptallardır!”
Saygılarımla