KOBİ'ler ve sanayi üretiminde yavaş toparlanma
Ocak ayı sanayi üretimi açıklandı. Yine aynı ikili yorum: Bir yıl öncesine kıyasla önemli bir üretim artışı var. Ancak kriz öncesindeki zirve üretim değerinden hala oldukça uzaktayız. Mevsimlik hareketlerinden ve işgünü sayısındaki değişikliklerden arındırılarak incelendiğinde, sanayi üretiminin zirve noktasının mart 2008'de gerçekleştiği ortaya çıkıyor. O tarihten sonra üretim sürekli azaldı ve ocak-mart 2009'da en düşük düzeyine indi.
En düşük düzeyin gerçekleştiği ay olarak martı alırsak, bu dönemde üretimin yüzde 20.5 oranında azaldığını görüyoruz. O tarihten bu yana ise üretimde yüzde 14 oranında artış var. Bir rakam daha vermek gerekiyor. Bugünkü üretim düzeyi zirve düzeyi ile karşılaştırıldığında, bugünkü düzeyin yüzde 9.3oranında daha az olduğu görülüyor.
Bir ülkeyi etkileyen çok derin bir krizden sonra normal gelişmeler bunlar. Ancak, toparlanmanın beklendiği kadar hızlı gitmediği anlaşılıyor. Bu açıdan son üç ayın üretim verileri bir fikir veriyor. Ocak ayı üretimi bir önceki aya göre yüzde 0.4 oranında daha fazla. Ama kasım ayına göre yüzde 0.3 oranında daha az. Elbette mevsimlik hareketlerinden ve işgünü sayısından arındırılmış bir seride böyle küçük oynamalara odaklanmamak gerekiyor. Ama burada söylenmek istenen üç aydır üretimin yerinde saydığı. Kısacası toparlanma yavaş gerçekleşiyor.
Sanayi üretimi düzeyimizin bundan sonra alacağı biçim büyük ölçüde ihracatımızdaki gelişmeye bağlı olacak. En büyük pazarımız olan AB ülkelerinde ne yazık ki toparlanma yavaş gerçekleşiyor. Üstelik AB bölgesindeki bazı ülkelerden kaynaklanan bir belirsizlik ve dolayısıyla risk de var.
Üretim düzeyimizin bir diğer belirleyicisi iç kredilerdeki gelişmeler olacak. Kriz sırasında en çok daralan kredi türü KOBİ'lere açılan krediler oldu. BDDK'nın 2009 sonuna kadar olan verileri kapsayan 'Türk Bankacılık Sektörü Genel Görünümü' adlı raporu bu olguyu açık biçimde ortaya koyuyor. 2009'un sonu ile 2008'in sonu karşılaştırıldığında KOBİ kredilerinin yüzde 0.7 oranında azaldığı ortaya çıkıyor. Oysa aynı dönemde bireysel krediler yüzde 10.9, kurumsal krediler (KOBİ dışındaki şirketler) ise yüzde 7.9 oranında arttı.
2008'in son çeyreğinde başlayan kredi daralması, geride bıraktığımız yılın ikinci çeyreğinden itibaren yerini belirgin bir artış eğilimine bıraktı. Kredi dağılımına bu çerçevede bakılınca da aynı olgu göze çarpıyor: En hızlı toparlanma bireysel kredilerde, ardından kurumsal krediler geliyor.
Zaten bankacılarla konuşunca da aynı olguya dikkat çekiyorlar. Yüzde 9 civarında bir faizle kredi müşterisi arayan bankalar var. Oysa aynı bankalar yüzde 15-16 faizle kredi almak isteyen çoğu KOBİ'ye kredi vermiyorlar. Bu da çok beklenmedik bir davranış biçimi değil. Kriz sırasında ve hemen sonrasında bu tür asimetrilerin çıkması beklenir. Bu asimetri de en kırılgan kesimi vurur.
İşte bu sevimsiz gelişmenin gerçekleşeceğinin çok önceden beklenmesi nedeniyle kredi garanti sistemi önerilmişti. Bankaların, kriz sırasında doğal olarak, özellikle KOBİ'lere yönelik risk algılamalarının artması beklenirdi. Bu durumda bu küçük işletmelere kredi açmakta nazlanacaklardı. Öyle de oldu. Kredi garanti sistemi, özünde, kredi veren ile alan arasına üçüncü bir kurumun girerek, bankanın riskinin bir kısmını üzerine alması demek. Kredi garanti sistemlerinin araya girmesi halinde, KOBİ'lere yönelik risk algılamasının azalması ve kredi mekanizmasının daha hızlı işlemesi bekleniyor.
TEPAV'da yaptığımız çalışmaların sonucu olarak krizin etkilerini azaltmak üzere böyle bir sistemin kurulmasını ta 2008 sonbaharında dile getirdik. Çok sayıda yazı yazdım bu konuda. Bir arkadaşımla birlikte ekim 2008 içinde de zamanın Başbakan Yardımcısı'na, bazı bakanlara ve önde gelen bürokratlara bu konudaki düşüncelerimizi aktardık. Bizden bunun olası maliyetinin istenmesi üzerine TEPAV'da çeşitli hesaplamalar da yaptık. Bunları sonra mart ayında yayınladığımız bir raporda (Türkiye Ekonomisi İçin Kriz Önlemleri: http://www.tepav.org.tr/tur/admin/dosyabul/upload/TEPAV_kriz_onlemleri_tr.pdf) herkese duyurduk.
Hükümetin küresel krizin Türkiye'ye etkilerini azaltmak üzere aldığı önlemlerin en önemlisi kredi garanti fonlarına bütçeden kaynak aktarılması kararı oldu. İlgili tek maddelik yasa yanılmıyorsam haziran ayında çıktı ve Bakanlar Kurulu'na düzenleme yapma yetkisi verdi. Bakanlar Kurulu Kararı ise temmuz 2009'da Resmi Gazete'de yayınlandı. O tarihten bu yana bu sistem bir türlü işler hale gelemedi. Basında, bu arada Dünya'da da, bu olgunun ana sorumlusu haklı olarak arandı. Ama bir türlü temel sorunun kaynağına inilemedi.
İşin özü şu: Yasa ve Bakanlar Kurulu Kararı çerçevesinde, mevcut Kredi Garanti Fonu'nun, bankaların KOBİ'lere verecekleri kredilere kefalet vermesi için bir milyar liralık bir kaynak ayrıldı. Ancak Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca bankaların şirketlerden bazı belgeler alması gerekiyor. Sorun şu ki, bu belgelerin bazılarını bankaların temin etmesi mümkün değil. Bazılarını temin etmek ise çok zahmetli.
Bu durumda bankalar bu sistem çerçevesinde kredi açmak istemiyorlar. Dolayısıyla, sistemin çalışması için olmazsa olmaz bir koşul ortaya çıkıyor: Bakanlar Kurulu Kararı'nın değişmesi gerekiyor. Açık ki mevcut Kredi Garanti Fonu'nun, ya da bankaların bu açıdan yapabilecekleri bir şey yok. Parayı veren bir takım koşullar koymuş ve ancak o koşullara uyulursa benim paramı kullanabilirsiniz demiş. Bunun aksine bir davranışın 'suç' teşkil edeceği sanırım açık. Dolayısıyla sistem bugüne kadar neden işlemedi diye dönüp bankalara ya da Kredi Garanti Fonu'na bakmanın bir anlamı yok.
Peki, Bakanlar Kurulu Kararı değişirse sistem işler mi? O ayrı bir tartışma konusu ve daha çok bankaların nasıl davranacağı ile ilgili. Fırsat olursa başka bir yazıda ele alırım. Şimdilik şu olmazsa olmaz koşulun yerine getirilmesi asıl öncelik.