KOBİ kazansın, LOBİ değil…
Geçtiğimiz günlerde gazetemizde yer alan bir haberin girişi aynen aşağıdaki gibiydi.
" İstanbul Sanayi Odası'nın (İSO) düzenlediği 8. Sanayi Kongresi'nde krizden çıkışın Türk üreticisi ve işçisinin kazanması ile mümkün olabileceğine vurgu yapıldı.
Konuya en net şekilde dikkat çeken TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu oldu. "Avrupa'nın en büyük otobüs üreticisi olmakla haklı bir şekilde övünüyoruz" diyen Hisarcıklıoğlu, "Sonra, yüz milyonlarca Euro'luk otobüs ithal ediyoruz. Yabancı üretici kazanıyor. Türk üreticisi, işçisi kaybediyor. Oysa biz istiyoruz ki, üreten kazansın, çalışan kazansın; emek veren kazansın. Lobiler değil, KOBİ'ler kazansın" dedi."
Doğru söze ne denir?
Çok doğru, çok yerinde, çok iyi niyetli ifadeler bunlar. Yine Sayın Hisacıklıoğlu'nun söylediği gibi milyonlarca Euro'luk ithalat yapıyoruz ve yurtiçinden kullanabileceğimiz girdiler için dövizimizi uluslararası piyasalara savuruyoruz. Olayı biraz ithalat, biraz ihracat ve biraz genel eğilim açısından ele alarak, "iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır" deyimi kapsamında sohbet katmak istiyorum.
Dış ticaret hayatıma başladığım 1975 yılının Türkiye'nin dış ticaret hacmi 6,14 milyar dolar imiş. Bunun içerisinde 1,4 dolar ihracat rakamı var, gerisi ithalat. 2008 yılının dış ticaret hacmi ise 334 milyar dolar ve bunun içerisinde de 132 milyar dolar ihracat var. Sırasıyla bakarsak 1975 yılında ihracatın payı yüzde olarak % 23 gibi iken, 2008 yılında % 39,5 gibi bir paya yükselmiş. (DTM internet sitesi verilerinden)
Başka ve ilginç bir saptama daha, 1988 yılında ilk kez Tayvan'a gittiğimde (hafızam beni yanıltmıyorsa) ihracat rakamı 75 milyar ithalat rakamı ise 50 milyar dolar idi. Buna göre de ihracat değerlerinin ithalat değerlerine oranı ise % 150 oluyordu.
Başka ilginç bir noktaya vurgu yaparak ilerleyelim. Türkiye ihracatının yaklaşık % 15 civarındaki miktarını, başka bir ifade ile 20 milyar dolarlık kısmını, KOBİ diyebileceğimiz işletmeler yapıyor. Geriye kalan 110 milyar dolarlık kısmı, yani ihracatın % 85'lik kısmını ise, ihracat yapabilen firmaların % 15'lik bir kısmı yapıyor. Bu yüzde değerler yaklaşık olarak verilmiştir ve tahmini rakamlardır.
İşte burada KOBİ ve LOBİ olayı ortaya çıkıyor. Büyük olanın sesi iyi çıkıyor, büyük olan gücünü menfaatini kollamakta kullanıyor ve bunda başarılı da oluyorlar ve rakamların gösterdiği sonuçlar ortaya çıkıyor. Bu yanlış mı, kesinlikle değil ve ticaretin kuralı olarak olması gereken de bu. Ancak, geride kalan ve sessiz sedasız bekleyen KOBİ potansiyelini nasıl harekete geçirebiliriz?
Bence asıl sorun bu…
Politikacıların genel olarak takıldığı sorun, para. Çünkü her kapı onunla açılıyor. İyi de parayı verseniz de KOBİ denilen organizasyonlar ihracatın nasıl yapılacağını bilmiyorlarsa, bunu yapabilmek için bilgi ve insan kaynağına sahip değillerse, siz istediğiniz kadar parayı dökün, sonuç ihracat açısından kocaman bir sıfır olacaktır.
Yıllar önce Türkiye için gelişme stratejileri tartışılırken "Öncelikli hedefimiz, makine yapan makineler yapmaktır" diye bir ifade kullanılmıştı. Bugün bu konuda geldiğimiz, gurur duyduğumuz yer belli. Daha çok ihracat için de, ihracat yapabilme yeterliliklerine sahip insanlar yetiştirmeliyiz. 2 yıllık ve 4 yıllık dış ticaret okullarını, kitaptan okuyup sadece not almaya çalışan öğrenci topluluğu olmaktan kurtarıp, sektöre gerçekten faydalı insanlar yetiştiren yerlere dönüştürmemiz gerekir. Burada da öncelikli görev, ihracat yapan firmalarımıza düşüyor. Bizler bu öğrencileri alıp, çay taşıtmadan, fotokopi çektirmeden, ayak altında olmasınlar diye izin vermeden, gerçek işleri verip çalıştırarak yetiştirmeliyiz. Daha önce de yazmıştım yine yazacağım "yetişmiş elemanın ağacı yok ki gidip olgunlarını toplayasınız." KOBİ'leri, LOBİ'lerin gücüne eriştirmek için bizlerin dayanışmayı ve insan yetiştirmeyi öğrenmemiz gerekli.