Kleptokrasi ve kalkınma
İktidarda olanların yolsuzluğa bulaştığı ve zimmetlerine para ve mal-mülk geçirdiği rejimler “kleptokrasi” olarak adlandırılır. Otokratik rejimlerin büyük çoğunluğu belirli bir zümrenin mutlak hegemonyası altındaki rejimler olduğu için, aynı zamanda kleptokratiklerdir. Türkiye gibi “hibrit” (demokrasi ve otokrasi arası) rejimlerde de kleptokrasi oldukça sık görülen bir olgudur. Öte yandan tam demokrasi olan rejimlerde “kuvvetler ayrılığı” ilkesi ve bağımsız yargı tesis edilmiş olduğu için kleptokrasi geçerli olmaz. (Tabii ki bu rejimlerde de zaman zaman yolsuzluk olur ama bu sistemli bir yolsuzluğa dönüşmez.)
Türkiye’de genelde sağ partiler, özelde de AKP için bir kısım seçmen gözünde şöyle bir kanaatin var olduğunu düşünüyorum: “Evet, bunlar kendilerine de yontuyorlar ama iş de yapıyorlar.” Böyle bir yaklaşımın toplumsal etik açısından ne kadar sorunlu olduğunu bir kenara bıraksak bile (bu mantıkla oy veren kesimlerin ellerine fırsat geçse aynı şekilde davranacağını düşünebiliriz), en azından böyle bir devlet yönetiminin kalkınma açısından kleptokratik olmayan rejimlerden daha iyi bir performans gösterip göstermediğini sorgulamamız gerekir. Ne de olsa kleptokratik rejimlerin savunucuları şöyle bir iddiada da bulunurlar: “Devlet bürokrasisi o kadar hantal ve iş yapmayı engelleyici ki, bu bağlamda toplum için faydalı işlerin oluşunu hızlandırmak yararlıdır. Bu “hızlandırma” karşılığında bazı komisyonlar ödenmesi de gayet doğaldır.” (Ancak, çoğu zaman bürokrasinin hantal ve kanunların “opak” olmasının bizatihi sebebi, bu tip komisyonların ödenebilmesi için açık kapı bırakmaktır. Açık ve şeffaf kanun ve prosedürler kleptokratik rejimlerin hiç ama hiç işine gelmez.)
“Transparency International” adlı STK tarafından her sene bir “Yolsuzluk Algısı Endeksi” (Corruptions Perceptions Index) çalışması yapılmakta. (2013 yılı endeksinde Türkiye 53. sırada yer alıyor.) Bu çalışmada yüksek endeks değeri, düşük yolsuzluk oranı anlamına geliyor. (Endekste “91” değeri ile en az yolsuzluk olan ülkeler Danimarka ve Yeni Zelanda. En çok yolsuzluk olan ülkeler ise “8” endeks değeri ile Kuzey Kore, Afganistan ve Somali.) Bu endeksle ülkelerin GSYH artışı arasında bir ilişki kurulması durumunda, yolsuzluğun kalkınma üzerinde “menfi” bir etkisi olduğunu ve bazı seçmenlerin düşündüğünün aksine, “işini bilenlerden millete bir hayır gelmediğini” söyleyebiliriz.
Nitekim bize benzer nitelikteki 20 gelişmekte olan ülkenin yolsuzluk algı düzeyi ve son 10 yıldaki ortalama kişi başına GSYH artış oranı arasında bir regresyon yaptığımızda böyle bir ilişkiyi buluyoruz. (Kabul etmek gerekir ki, bulunan ilişkinin düzeyi çok güçlü değil, ancak kullanılan değişkenin yolsuzluk “algı” endeksi olduğunu ve toplumun “yolsuzluk” konusundaki değer yargılarının “sübjektif” olma ihtimalinin olduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Daha kapsamlı bir çalışmada Dünya Değer Anketi (World Value Survey) verilerinden de yararlanmak gerekir.)
Diğer ilginç bir saptama ise bugünlerde ekonomik olarak zorlanmakta olan gelişmekte olan ülkelerdeki hükümetlerin pek çoğunun 10 sene ve üzerinde bir süredir iktidarda olmaları. (Güney Afrika, Venezüela, Rusya, Arjantin, Brezilya, Türkiye, Hindistan, Endonezya ve Tayland). Bu ülkelerin 5 sene öncesine göre Yolsuzluk Algı Endeksi değerlerinin ortalaması % 8 oranında artmış. (Yani yolsuzluk algısında bir azalma söz konusu.) Ancak aynı dönemde, tüm ülkelerin yolsuzluk değerindeki artış ise %20. Diğer bir ifadeyle, beklendiği gibi, söz konusu ülkelerde yolsuzluk Dünya ortalamasına oranla göreceli olarak artmış vaziyette.
Sonuç olarak, gelişmekte olan ülkelerde uzun süreli iktidarların, ister “iktidar yorgunluğundan” diyelim, ister “kadrolaşmadan” diyelim, ister “iş yapma yöntemlerinde ustalık kazanmalarından” diyelim, isterse de “erkler ayrımının zayıflamasından” diyelim, performanslarının düştüğünü söyleyebiliriz.