Klasik yaklaşımlar işe yaramıyor!
Gerek ülkemizde gerekse küresel düzeyde yeni yıla iyi bir başlangıç yapmaya çalışan finansal piyasalar umduğunu bulamadı; güven bunalımının etkisini sınırlamak amacıyla yaratılmaya çalışan iyimser hava uzun ömürlü olamadı. Beklenti pazarlaması temeldeki sorunları unutturamadı ve risk iştahını artıramadı. Küresel ekonomi daralmaya devam eder, olumsuz siyasi gelişme ve kısır tartışmalar gündemi işgal ederken belirsizliğin azalması ve iyimserlik zorlamasının kalıcı olması mümkün değildi.
Evet küresel düzeyde merkez bankaları para politikalarını gevşetiyor, bankacılık sektörüne verebilecekleri azami desteği vererek kredi genişlemesini yeniden sağlamaya ve bu yolla ekonomik daralmayı tersine çevirmeye çalışıyor. Fakat olmuyor; 2008 yılında ABD'de işini kaybedenlerin sayısı 2,6 milyona, işsizlik oranı ise yüzde 7,2'ye ulaşmış. Belli ki para ve maliye politikası uygulamalarının ekonomi üzerindeki etkisi önemli ölçüde azalmış. Küreselleşmenin ürettiği yapısal sorun ve dengesizlikler bu olumsuzlukta belirleyici olmuş. Sonuçta para politikaları aşırıya kaçan oranda gevşetilmiş ve mali disiplin ikinci planda olmasına rağmen küresel ekonomi durgunlaşmayı sürdürüyor; ticaret hacmi ile birlikte sermaye hareketleri de daralıyor, bu olumsuzlukları kırmak yönündeki çabalar başarılı olamıyor.
Geçtiğimiz hafta içinde ülkemizde yaşanan finansal eğilimler ve bankacılardan gelen yönlendirmeler etkili olamadı. Haftanın ilk günlerinde küresel düzeydekine paralel olarak hisse senetleri değerleniyor, Devlet iç borçlanma senetlerine yönelik ilgi artıyor ve döviz kuru gevşiyor şeklinde bir görüntü vardı. Bazı bankacılar sınırlı da olsa yabancı sermaye girişi olduğunu iddia ediyor ve yatırımcılara "bu yıl tahvil yılı olacak" diyerek iç borçlanma senetlerini öneriyorlardı. Haftanın ikinci yarısında hava değişti ve bu yapay eğilimlerin yönü farklılaştı: Bileşik faizler ve döviz kuru yükselir iken, hisse senetleri satış baskısı altında bunaldı. Bankacıların pazarlama amacı ile geliştirdikleri söylem tabansız kaldı!.. IMF anlaşmasından bekledikleri eğilimler oluşamadı. Güven bunalımını aşmak ve risk işthını artırmak Eurobond girişimi gereken prestiji sağlayamadı. Kısacası piyasaları yönlendirmek için kullanılan artık klasikleşmiş yaklaşımlar işe yaramadı. Şimdilik göle yoğurt çalma girişimi sonuçsuz kaldı.
Sormak gerekiyor, bankaların desteği ile devlet iç borçlanma senetlerindeki bileşik faizler yüzde 15'li düzeylere inmesine rağmen aylık mevduatlara neden çok daha yüksek faizler ödeniyor? Mevduata çok daha yüksek faiz ödemek yerine neden yükseltilmiş fiyatlardan menkul kıymet satmayı daha tutarlı bir davranış gibi görmüyorlar? Bu ve benzeri sorular hiçbir şeyin göründüğü veya gösterildiği gibi olmadığına işaret ediyor. Finansal piyasalardaki durumun eski güzel günlerine geri dönmesi maalesef imkansız: Küresel düzeyde ağır yara almış yatırım bankacılığı ve hâlâ taşıdığı riskleri azaltmaya çalışan hedge fonlara rağmen varlık değerlerinin yükselmesi ve boşluğun yerli yatırımcılarla doldurulabilmesi olası görünmüyor. Faaliyet dışı gelirlerin olmadığı veya yetersiz kaldığı, ekonomik daralmanın devam edeceğinin öngörüldüğü bir dönemde bankacılık sektörü de küçülmek zorunda kalıyor. Kredilerde daha seçici olunuyor ve risk azaltma çabaları ön plana çıkıyor. Aktiflerin daha likit hale gelmesi için portföylerindeki menkul kıymetlere talep yaratmak ve kur artışını sınırlamak adına mevduata yüksek faiz ödemek gibi belirsizlikten kaynaklanan küçülme çabaları dikkat çekiyor. ABD'nin yeni Başkanı'nın söylediği gibi 2009 sonuna doğru bir toparlanma olmaz ise sonraki yılların çok daha sıkıntılı geçeceği biliniyor. Ayrıca bu yıl içinde toparlanma ihtimalinin çok düşük bir ihtimal olduğu da tahmin edilebiliyor, fakat riskleri azaltabilmek adına dile getirilmiyor. Bu krizin sistemik boyutu gözlerden uzak tutulmaya çalışılıyor. Sonuçta para ve maliye politikalarında ne kadar gevşeme yaşanırsa yaşansın bunun ekonomik daralmayı terse çevirmesi pek mümkün olamayacak gibi görünüyor.
Küresel kriz öncesi ve sonrasında ülkemizdeki finansal eğilimler de değişti. Öncesinde sermaye piyasalarındaki her gerileme alım, dövizdeki her yükseliş ise satım fırsatı olarak değerlendiriliyordu; net sermaye girişi yükselti, kısa vadeli spekülatif risk alma iştahı canlıydı. Küresel krizin tüm çabalara rağmen etkisini sürdürmesi içerideki eğilimleri de değiştirdi. Artık sermaye piyasalarındaki her yükseliş satış, dövizdeki her gerileme ise alış fırsatı olarak değerlendiriliyor. Belirsizlik ve kırılganlık azalmıyor, finansal piyasalar sığlaşıyor ve güven bunalımı derinleşiyor. Bu durum yalnız reel ekonomiyi değil finansal piyasalar ve mali sektörü de aynı yönde etkiliyor. Ne IMF anlaşması ne de Eurobond ihraç girişimi bu olumsuz eğilimleri değiştiremiyor.