Kız ama dinle
Bu yazıyı 22 Haziran tarihinde yazmaya başladım. 23 Haziran tarihinde işi gücü bırakıp İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerine odaklanan Türkiye bir yerde seçimlerin sonucunu, bir yerde de seçimden sonra olacakları merak ediyor. Ne katıldığım ne de sıkça takip ettiğim sosyal medya popüler bir tabirle ‘kaynıyormuş’. Merak ettim ucu bucağı belli olmayan şu ‘kaynayan’ sosyal medya denen şeye bir bakayım dedim. Malum ben 70 yaşı çoktan devirdim. Hepsini okumaya yetecek ömrüm pek kalmadı. Bununla beraber çıkan haber, sohbet ve mesajlaşmalarda iki genel şey fark ettim. Bir tarafta belediye başkanı adaylarından Binali Bey’in taraftarlarıyla Ekrem Bey’in taraftarlarının birbirlerine veryansın eden iletileri var. Bu furyadan adayların destekçileri de nasiplerini alıyorlar. Sanatçılardan siyasilere birinin lehine ağzını açan hedefe oturtuluyor. Bir diğer konu da seçim nedeniyle suspended animationa (bir süre için ölüm, geçici ölüm) sokulan ekonomi hakkındaki yorumlar.
Şimdi yerli iş insanları ne yapsınlar? Aklı başında kime sorsanız iş aleminin bu tür ne olacağının bilinmediği ortamlarda herhangi bir girişimde bulunmayacağını size söyler. Bunun için işletmecilik gurusu olmak gerekmiyor. Bu ortamda ne yatırım yapılır, ne iş büyütülür, ne borç verilir ne de borç alınır. Aklı başında olmayan birine dahi sorsanız işletmelerin bu tür durumlara tahammüllerinin olmadığını, olamayacağını size anlatır. Peki yerli iş insanları “Ya sabır” çekerek beklemedeyken onların yabancı ortakları ne yapsınlar? Adamların ne Binali Bey umurlarıdır ne de Ekrem Bey. Emerging Economy deyip gelmişler emerge eden şey ortada.
İş insanları merak ediyorlardır yatırımlar ne olacak? El cevap: Hele bir bekleyin. Döviz kuru ne olacak? El cevap: Hele bir bekleyin. Faizler ne olacak? El cevap: Hele bir bekleyin. Enflasyon ne olacak? El cevap: Hele bir bekleyin. Türkiye’nin Rus ruleti oyununa AB, ABD, Rusya, İran ve hatta Çin ne tepki verecekler? El cevap: Hele bir bekleyin. Ülkenin Orta Doğu politikası nasıl sonuçlanacak? El cevap: Hele bir bekleyin. Ekonomik durgunluk nereye kadar uzanacak? El cevap: Hele bir bekleyin.
Bu arada işsizler soruyor “Beni ne zaman işe alacaksınız?” El cevap: Hele bir bekleyin. Alacaklılar “Benim şu alacağımın bari ilk taksini ödeyeceğiniz tarihi bildirseniz” diye rica ediyorlar. El cevap: Hele bir bekleyin. Dağıtım kanalları soruyor “Sevkiyat ne zaman yapılacak?” El cevap: Hele bir bekleyin. Perakendeci soruyor “Malı kaça satacağız?” El cevap: Hele bir bekleyin.
Peki bekleyelim diyeceksiniz. Bir de neyi beklediğimizi ve beklemeden sonra ne olacağını bilsek. İş insanları seçim ekonomisinin geçim ekonomisinin gırtlağına çöktüğünü biliyorlar ama bencileyin sonrasında neyi beklemeleri gerektiğini pek bilmiyor olabilirler. Benim bildiğim şey önümüzdeki dönemin arkamızdaki dönemden iyi olması olasılığının zayıflığı. Türkiye ikisi de iç içe ekonomik ve de siyasi açılardan ciddi güçlüklerle karşı karşıya. Belediye seçimleri de bitecek. Eğer erken seçim falan olmazsa önümüzde üç-beş yıl seçim meçim yok. İnşallah vakit bulup dikkatlerimizi geçim ekonomisine yoğunlaştıracağız!!
Ben geçim ekonomisi derken uluslararası değerlendirme kuruluşlarından Moody’s tarafından hazırlanan rapor Türkiye’nin notunu B1 negatife çevirdi. Bizim siyasi yöneticilerimiz herhalde refleks olarak neredeyse raporun açıklanmasıyla aynı anda itiraz ettiler. İtirazın bir faydası yok. Bir kere değerlendirme yapılmış. Bildiğim kadarıyla bu değerlendirmeler değerlendirme kuruluşları tarafından açıklanmadan önce ilgili ülkenin yöneticilerine yollanır. Yani itirazlar rapor açıklanmadan önce hazırlanabilir. “Bu Moody’s denilen firma alçak namussuz ve hatta haindir. Bizi kıskananlar çatlasın” diye bağırıp çağırmadan bir düşünün. Ben baktım. Sadece Moody’s yok ki. S&P var, Fitch var. Bu uluslararası değerlendirme kuruluşlarının hiç biri Türkiye’ye B’nin üstünde bir not vermemiş ki? Moody’s neden bu kadar tepki aldı? Herhâlde değerlendirmenin seçimler arifesinde yapılmasından! İster art niyetli deyip kızın, ister haksız olarak niteleyip köpürün, ister ABD komplosu olarak tanımlayın bu tür değerlendirmeler bizim borçlanma maliyetimizi yükseltir. Moody’s bazı ekonomik ve siyasi sıkıntılara değinmiş. Önemli olan bu tür sıkıntıları Moddy’s in veya S&P’nin veya Fitch’in raporlaması değil bizim önce kabullenip incelememiz ve ona göre tedbirler almamız. Bu konuda seçim ekonomisi değil geçim ekonomisini öne çıkartmazsak “Hele bir bekleyin” cevabının sonunda olacaklar iyi gözükmüyor.
Moody’s şunları söylemiş(1) :
1) Türkiye yapısal olarak zayıf ekonomisi, uzun süredir devam eden ekonomik sorunların üzerine gidilmemesi ve artan jeo-politik riskler nedeniyle bir ödemeler dengesi krizi ile karşı karşıya. Türkiye’nin Rusya’dan almak istediği S-400 sistemiyle ilgili belirsizlik devam etmektedir. Türkiye bu konuda ısrarlı olursa ABD Kongresi’nin CAATSA (Countering America’s Adversaries Through Sanctions Act) yani Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Kanunu’nu kullanarak yaptırımlar getirmesi beklenmektedir. BU olursa ülke ekonomisindeki durgunluk uzayacak ve lira üzerindeki baskılar artacaktır. Bu durumda Türkiye IMF yardımını istese de, yaptırımlar ortada olduğu sürece, Türkiye IMF’den yardım almakta büyük güçlük çekecektir.
2) Devletin mali yapısı ülke için bir güç kaynağı olmaya devam etmekle beraber artık eskisi kadar güçlü değil. Türkiye’nin devlet finansmanı göreceli olarak güçlü görünmekle beraber (resmi borçların GSMH’ye ve gelirlere oranı benzer B değerlendirilmiş ülkelerde tipik olan seviyelerden düşüktür) ülkenin borç yapısı bozulmuş ve Türkiye’nin geçmiş bir kaç seneye oranla parasının değerinin düşmesine ve yüksek enflasyona karşı savunması zayıflamıştır. Bu ülkenin borca katlanabilme gücünü de zayıflatmıştır. Türkiye senelerdir araklılarla devam eden bir döviz kuru krizindedir. Ülke geçmiş yıllarda olduğu gibi şimdilik bu krizi şöyle veya böyle idare edebiliyor. Bununla beraber bu dengenin sürdürebilir olmadığı ve hükümetin ekonomiyi negatif-kredi değerlendirmesinden uzaklaştırabilme gücünün giderek azalacağı yönünde belirtiler vardır.
3) Türkiye’nin son aylarda açıkladığı ekonomik politikaların ekonominin yapısal zaaflarını düzeltebileceği şüphelidir. Yatırıma oranla düşük olan yerel tasarruf hadleri Türkiye’nin büyümesinin alışılagelmişin dışında bir oranla dış sermayeye bağlı olduğu anlamına gelmektedir. Zaten geçtiğimiz on yılın büyük bir kısmında büyüme artan oranda borçla finanse edilmiştir. Hükümetin son zamanlarda yaptığı bazı ekonomik politika tedbirleri bu temelde sürdürülebilir olmayan büyüme modelinde ısrar edileceğini göstermektedir. Hükümet aynı zamanda düşük verimlilik, ve esnek olmayan insan gücü pazarları gibi bazı yapısal kısıtlamaların da farkında olmakla beraber bu konuda temel adımlar atmamıştır.
Şimdi bağırıp çağırmadan bu analiz doğru mu değil mi bir bakalım lütfen. Doğru yanlış bu rapor nedeniyle pahalılaşacağı muhakkak olan dış borçlanma yükü konusunda ne yapacağımızı tartışalım. işin özeti şu: Büyük açığımız var. Bu açığı ya daha az para harcayarak ya da daha çok para bularak kapatabiliriz. Devlet bütçesi daha az para harcamaya müsait değil. Vatandaş daha da az para harcarsa zaten perişan olan piyasalar iyice batacak. Dış borç da hem kıt hem de pahalı. Geriye milletin elini taşın altına sokturmak kalıyor ki bu da zam ve/veya yeni vergiler demektir. O da özel tüketimin düşmesi demektir. Yani, iki ucu pislik bir değnektir.
En tepeden en küçük işletme yöneticisine kadar herkesin önümüzdeki dönemi iyi düşünmesi ve hazırlıklar yapması gerekiyor. Banim kişisel yorumum Moody’s raporunun Türkiye düşmanı, kanlı katil, cani vampir ırz düşmanları tarafından değil işlerini bilen iktisatçılar tarafından hazırlandığı.
Sağlıcakla kalın.
NOT: Bu hafta sonu öğrencisi, mezunu, öğretim üyesi olmaktan haklı nedenlerle hep gurur duyduğum ODTÜ’den mezuniyetimizin 50. Yılı nedeniyle düzenlenen madalya törenine katılacağım. Elli yıllık dostları göreceğim, okulda dolaşıp nostalji yapacağım.
----
(1) Raporun özetinden tercüme edildi. Raporu bana ulaştıran Sn. Dr. Halil Çopur’a teşekkürlerimle