Kişhore Mahbubani'ye soralım….
Prof. Kişhore Mahbubani Singapur'daki Lee Kuan Yem Kamu Siyaseti Okulu Dekanlığını yaptı. Mahbubani, Ferid Zekarya ile birlikte, dünyamızı yönlendiren "…güç kayması" olgusunun gerçekliğini ve olası etkilerini öğrenmemize yardımcı olan entelektüellerden biri.
Dünya Gazetesi'nde 17 Aralık 2009 günü uzun bir yazıda, Mahbubani ve Tarun Khanna'nın piyasaya sunduğu, "…Nalanda 5'inci ve 12'inci yüzyıl arasında dünyanın en büyük üniversitesi konumundaydı. Türk istilacılar, geride tek bir taş bırakmamacasına onu yok etmeden önce, Çin, Hindistan, Japonya ve Kore'den gelmiş bilginlerin Asya'yı birbirine bağladığı mekandı. Batı'nın sahneye çıktığı bir ara fasıldan sonra şimdi geçmişte kalmış bağımızı yeniden keşfediyoruz. O temeller üzerinde yeni bir uygarlık inşa ediyoruz" değerlendirmesini aktarmıştım.
Nalanda Üniversitesi'ni Türkler'in yerle bir ettiği neden şimdi akıllara gelmişti?
Piyasaya sunulan bu bilginin Türkiye insanı ile Asya ülkeleri insanları arasında " kültürel önyargı" oluşturma gayreti içerebileceğini biraz da komplocu bir yaklaşımla aktarmıştım. Bildiğim kadarıyla bu konuda tepki veren tek aydınımız rahmetli Halit Refiğ oldu. NPQ'de eleştirel bir yazısı yayımlandı.
Kurulmakta olan yeni dünya ile sağlıklı ilişkiler geliştirme açısından "kültürel direnç" yarattırmama konusunu çok önemli buluyorum. Ülke imajının ticaretin geliştirilmesindeki etkisini artık hepimiz iyice anlamış durumdayız.
TİM Başkanının yaptığı bir toplantıda da, uzun dönemli gelecek açısından "kültürel önyargıların ödettiği bedellere" gönderme yaparak, sadece yeni pazarlar bulmanın yeterli olmadığını; "dünya açık olmanın" gerek şartlarından birinin de kültürel önyargılara dayalı olmayan ilişkiler geliştirme olduğunu söyledim.
Başkalarının kurduğu tuzaklara karşı uyanık durmalıyız.Yakınmadan yekinmeliyiz.
Anlamaya çalışalım
Hemen her toplantıda "…söylediklerime katılmayabilirsiniz; hatta katılmayın, aklınızı ne bana ne başkalarına emanet etmeyin… Ama lütfen söylediklerimi 'anlamaya' çalışın!" diyorum.
Kocaeli Ticaret Odası'na çok önceden verilen sözüm olmasaydı, Mahbubani 'nin konferansına katılacak, Nalanda Ünvirsitesi'ne ilişkin değerlendirmesinin bir "kültürel önyargı engeli" oluşturma amacı güdüp gütmediğini soracaktım.
Mahbubani'nin bir sömürge devlette yetişen entelektüel olduğunu, "bakış açısının" önemli ölçüde kendi geçmişinden beslendiğini, Türkiye'nin tarihsel birikiminin farklılığını derinliğine kavrayıp kavramadığını kestirmenin güç olduğunu da anlamaya çalışıyorum.
Ve durup, bütün dikkatimizi, verilen mesajlardan çıkarılması gereken dersler üzerine odaklamamız gerekiyor.
Çin ve Hindistan'ın 200 yıl önce dünya ekonomisini yönlendiren güç oldukları,şimdi muhteşem dönüş yaptıkları tezinin gerekçiliğini irdelemeliyiz.
Batı'nın ortaya koyduğu evrensel değerleri Doğu'nun nasıl içselleştirdiğinin kavranması gerektiğini sorgulamalıyız.
Doğu'nun serbest piyasanın görünmez eli ile yönetişimin görür elini birlikte hayata taşıyan ayırt edici özelliğini iyi kavramalıyız.
Doğu insanının serbest piyasaya inancı ile birlikte geleceğe olan güvenini yitirmemesi, girişimciliğin itici gücü olan iyimserliğin korunmasının önemini gözden ırak tutmamalıyız.
Batı'nın pragmatizminin yakalanmasının yarar ve zararlarını alabildiğine tartışmalıyız.
Doğu'nun her zaman var olan beyin havuzunu,şimdi tam da kendi zenginliğini artırmak için kullanabilir konuma gelmesinden ders çıkarmalıyız.
En önemlisi ise "…akıl ve fikir açılması" rönesansının yaşandığını, bu gelişmenin ülkemize nasıl taşıyacağını düşünmeliyiz.
Doğu'daki bütün bu sosyo-kültürel eğilimlerin biz neresinde duruyoruz? Geleceği inşa etmek için hangi yol haritasını önümüze açarak hedefe yürüyüşümüzü nasıl örgütleyebiliriz?
Arada kalmak en kötüsü
Martin Wolf'un saptaması ise bizler için en kötüsü. Diyor ki, "…AB'ye üye olamayacaksınız.Sizin değil, bizim yüzümüzden. Asya'da birlik kurulabilir mi? Sanmam. Olsa da Türkiye orada olmak istemez.Türkiye yalnız kalmış durumda. Ne Doğu, ne de Batı sizi içine almaz."
Arada kalmak, köprü olmak, geçişler yaşamak, yeni normalleri yaratamamak en kötüsü, en çok kaynak israf edeni…
Darılmadan, kızmadan, başkalarından beklemeden, kurban ve ezilmişlik psikolojisinin tuzağına yakalanmadan, özgüvenle geleceğimizi kendi ellerimizle yaratmalıyız…Hem Mahbubani'ye, Nalanda Üniversitesi'ni neden piyasaya sunduğunu sormalıyız, hem de çağırıp O'nu da Wolf'u da dinleyerek kendimize çeki düzen vermeliyiz…Yaşadığımız dünya böyle bir yer işte….