Kısalan ufukta güven inşası çok zor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Yerel seçimler de atlatıldıktan sonra normal gündeme ve ekonomi önceliğine dönüş umutları, İstanbul Büyükşehir seçimlerinin iptaliyle haziran sonuna ertelenmiş bulunuyor. İstanbul deyip geçemeyiz; ekonominin neredeyse yarısı büyüklüğünde, ayrıca Türkiye’nin sosyal ve entellektüel dinamosu olan bir megakentten söz ediyoruz. Bu açıdan iptalin yankıları ve zaten zayıflamış bulunan yatırım algısı üzerindeki etkileri ülke sınırlarını aşmış durumda. İşin kötüsü, kronik cari açık ve tavsattığımız yapısal reformlar gibi temel sorunlarımıza gevşeyen para politikası ve mali disiplini de katarak yarattığımız algı bozukluğunun, ABD ile ilişkilerdeki gerginlik ve bu son iptal kararı ile ülkenin hukuk ve demokrasi standartları konusunda dış dünyada varolan kuşkuların güçlenmesi nedeniyle, yenilenecek seçimin ardından kısa sürede düzelmesi beklenmemeli. Yani bu durumda normalleşme sürecinin canlanması, ancak 2019 sonunda, o da politikalarda yeni yanlışlara düşülmemesi kaydıyla, mümkün olabilecek. Güven erozyonu, bu yılın muhtemelen yitirilmesine yol açacak. Önemli olan, Haziran sonrasında gecikmeden temel gündeme odaklanarak güven inşasına başlamak. Bu arada kalan dört yılı da heba etmemek için, belki de ilk olarak ezeli sorunumuz olan kısa vade tutsaklığını aşmayı hedeflemeliyiz. Üstelik geçtiğimiz yazdan bu yana ufkumuz daha da kısalmış, döviz kuru odaklı günlük bir perspektife oturmuş iken...

Bütçenin dikişleri patladı

Bunu yapmak pek kolay olmayacak. Elimizdeki kartlar giderek tükeniyor. Neredeyse bütün makroekonomik göstergeler kötüleşirken, görüntüyü kurtarmaya çalışmak ve öncelik tespitinden, acil eylem takviminden kaçınmak olsa olsa hasarın daha da büyümesine yol açacak. Nitekim, politikacılar açısından en hassas gösterge olan işsizlikteki tırmanışı durdurmak için normalde makul görünen büyüme önceliği, ekonominin temellerinde, verimlilikte, kaynak tahsisinde ve iç dinamiklerde bozulma nedeniyle sadece faizlerin düşük tutulmasına bağlı kılınınca, süreç enflasyonda yükseliş ve TL değerinde kararlı azalış ile sonuçlandı. Özel kesim döviz borçlarından kaynaklanan ve banka bilançolarına da yansıyan sıkıntı kredi hacmini de dondurunca, ekonomiyi canlandırma yükü kamu bankalarına ve kamu harcamalarına kaydırıldı.
Ancak orada da hareket alanının sınırına gelinmiş bulunuyor.

Gerçekten, daha önce de yazdık, 2019’un ilk çeyreğinde, Merkez Bankası ve kamu bankalarının normalde nisan ayında dağıtılacak kar paylarının öne çekilmesiyle gerçek açığın yarıya indirilmesine rağmen, geçen yılın aynı dönemine oranla %58 artan bütçe açığı, nisan ayı rakamlarının açıklanmasıyla 80 milyar TL olan 2019 yıl sonu hedefini şimdiden yakalayacak. Bütçede dikişlerin atması anlamına gelen bu durumun şimdi de Merkez Bankası’nda yaklaşık 40 milyar TL olan yedek akçelerin yasal bir düzenlemeyle merkezi yönetim bütçesine aktarılması gibi alışılmamış bir yöntemle kısmen dengeleneceği söyleniyor. Bu işleme rağmen bütçenin geçen yıla göre önemli bir açıkla sonuçlanması kaçınılmaz. Açığın en önemli nedeni de vergi gelirlerinin hedeflerin çok gerisinde kalması. Hemen bütün kalemlerde geçen yılın gerisinde kalan vergiler, konjonktür düşüklüğünü en iyi yansıtan dahildeki KDV ve motorlu taşıt vergilerinde geçen yıla oranla ilk çeyrekte %50 azalmış durumda. Kurlardaki artışa rağmen dış ticaretteki dolaylı vergilerin düşüşü de başka bir gösterge. İlk çeyrekte toplam vergi tahsilatı, hedefin 23 milyar TL’yi aşan bir tutarda altında kalmış bulunuyor. %20 düzeyindeki enflasyon da düşünülürse vergi performansındaki bu düşüş, kamu yönetiminin manevra yeteneğini sınırlıyor. Durumun vahametini hafifleten tek gelişme, yılın tamamında daralma ile sonuçlanacağı genel kabul gören (IMF’nin son tahminine göre %-2.5 ) ekonomik durgunluğun cari açığı aşağı çekmekte olması. Son tahlilde yoksullaşma anlamına gelecek bu gelişmenin de pek sevindirici olmadığı açık; fakat yönetimi gerçekçiliğe zorlayacağı için olumlu.

Dolarizasyon artarken para değeri korunamaz

Öte yandan, geçen yılbaşından bu yana %43 değer yitiren TL’nin, güven erozyonu ve artan risk primi nedeniyle yılsonuna kadar %15 kadar ilave bir değer kaybına uğraması muhtemel. Nitekim hafta sonunda piyasalar kapalıyken dış piyasalarda yapılan yüklü döviz satışı ile geri çekilen kur, Pazartesi günü açılan piyasalarda hemen eski düzeyine doğru artışa geçti. Dışa bağımlı üretim yapımız ile bu artış doğrudan enflasyona yansıyacak. Ayrıca döviz mevduat hesaplarındaki cüz’i azalışı da, TL mevduatı artmadığına göre, olumlu yorumlamak zor. Belli ki dolarizasyon devam ediyor. Zaten aynı anda MB rezervlerinde azalışın sürmekte olması riski daha da arttıran bir faktör. Anlaşılan ekonominin temellerinde ve izlenen politikalarda değişiklik olmadıkça piyasa dışı işlemlerle paranın değerini korumak mümkün olmuyor.

Artık bütün göstergeler, para ve maliye politikalarıyla gidilecek fazla bir yol kalmadığını, gerçekçi ve bugünü değil geleceği kurtaracak tutarlı bir programa ihtiyacın katmerlendiğini ortaya koyuyor. İlk adım da piyasa kurallarına uygun politika tasarımına dönüş olmalı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019