Kısa vadeli faiz silahı!..
ARKA PLAN / Mehmet Uğur Civelek Gerek küresel, gerekse ulusal düzeyde finansal piyasalarda yaşanan eğilimler ve beklentilerde gözlenen değişim, riskten kaçınma eğilimini pekiştiriyor. Son bir yıl içinde yaşananlara baktığımızda, tüm çabalara rağmen Amerikan Doları'ndaki değer kayıpları ve petrol başta olmak üzere emtia fiyatlarındaki yükselişin önlenemediğini görüyoruz. Belli ki beklenti yönetimi artık işe yaramıyor ve finansal piyasalardaki eğilimler manipüle edilemiyor; enflasyon baskısındaki tırmanış ve buna paralel olarak gelişen ve riskten kaçınma eğilimini güçlendiren olumsuz beklentiler evdeki hesabın çarşıya uymasına izin vermiyor. Dolardaki değer kayıplarının geri alınması için bugüne kadar sergilenen çabalar sonuç vermeyince, Federal Rezerve'nin başkanı ve hazine sekreteri son kozlarını oynamaya başladılar. Dolara müdahale edebilirler ve kısa vadeli faiz silahını kullanabilirlermiş!.. Bu çıkış finansal piyasalarca alkışlandı, fakat bu davranış biçiminin son yıllarda neden kullanılmadığı veya kullanılamadığı hiç sorgulanmadı. Avrupa Merkez Bankası'ndan faiz düşüşü bekleyenler bu sayede faiz farkının değişeceğini doların kayıplarını geri almaya başlayacağını ve başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarının da gerileyeceğini umuyorlardı. Bu hesap tutarsızdı ve öyle olduğu için Avrupa Merkez Bankası böyle bir teşebbüste bulunmadı, tam aksine yükselen enflasyon nedeniyle faizleri yükseltebileceği mesajını verdi. ABD mali sisteminde sorunlar yeniden ağırlaşırken, faiz farklarının da dolar aleyhine dönüşmesi sıkıntıyı artırdı ve ABD'den yukarıda bahsettiğimiz sözlü müdahale geldi; dolara müdahale olabilir ve kısa vadeli faizler yükselebilir. Yalnız bu aşamada da ciddi bir sorun var; doların değerlenmesi için gerekli faiz yükselişinin boyutu nedir ve bu ayarlama mali sektörü nasıl etkiler? Hemen yanıtlayalım; pozitif reel faiz için gerekli ayarlama en az yüzde 2'dir ve böyle bir faiz yükselişi mali sistem bilançolarında onarımı imkansız tahribat yaratabilir. Başka bir deyişle ABD yönetiminin gelişmeleri düzeltmek ve kontrol altına alarak istikrarı tesis etmek adına yapabileceği bir şey yoktur. Döviz piyasasına yapılacak müdahale ve greenspan adımları ile yapılacak faiz ayarlamaları kısa vadede dalgalanma yaratabilir, fakat orta-uzun vadeli eğilimleri değiştiremez. Tersini iddia edenlerin 1970'li yıllarda ve 2004-2006 dönemlerinde kısa vadeli faizlerin yükseltilmesine rağmen dolardaki değer kayıplarının neden önlenemediği konusuna bakması gerekir... Son yaklaşım güvensizliği, buna bağlı olarak gelişen riskten kaçınma eğilimini frenleyemez, tam aksine belli bir gecikme ile etki alanını genişleterek kırılganlık ve belirsizliği tırmandırır. Bugünün koşullarında hem artan enflasyon baskısını önlemek, hem de mali sektörün daha fazla yıpranmasına, durgunluğun derinleşmesine izin vermemek mümkün değildir. Ya ne kadar süreceği belli olmayan yıkıcı bir durgunluğa katlanmak ya da enflasyondaki yükselişe seyirci kalmak tercihlerinden birini seçme zorunluluğu vardır. Bu açmazın beklentileri olumsuzlaştırması ve riskten kaçınma eğilimini güçlendirmesi söz konusudur. Bu açmaz küreselleşmenin eseridir ve tehlike büyüktür. Bu açmaz Türkiye açısından da mevcut politikaların iflası anlamındadır. Tasarruf açığı ve dış finansman ihtiyacı büyürken, bu gereksinimin karşılanması imkansızlaşmaya başlamıştır.