Kırmızı ette kırmızı alarm
Kırmızı et piyasasındaki fahiş fiyat artışları, kısmen fırsatçılıktan kaynaklansa da temelde yapısal sorunlara dayanıyor. Zira ülkemizde mera hayvancılığı yerine çoğunlukla ahır besiciliği yapıldığından, maliyetlerin yüzde yetmişini oluşturan besi yeminde yüzde elli oranında dışa bağımlıyız.
İşletme ve hayvan varlığı da 1980’li yıllardan itibaren büyük ölçüde düşmüş durumda. Sektördeki iki yüz bin kadar işletmenin çoğu küçük aile kuruluşu ve her biri başına düşen hayvan sayısı oldukça az. Ayrıca, bu işletmeler fiyatı belirleyen taraf olmaktan uzak, üretici örgütleri ise pazarda yeterince etkin değil.
Covid-19 ve Rusya-Ukrayna savaşı; genel olarak ham madde ve enerji maliyetlerinde önemli artışların yanında döviz kurlarında da dalgalanmalara yol açtı. Dolayısıyla aşırı yükselen yem, ahır, elektrik, mazot, veteriner ve işçilik giderleri de ister istemez kırmızı et fiyatlarına aksetti. Ama artışın ilk başta diğer gıda ürünlerindekine kıyasla düşük kalması, işletmelerin bir kısım anaç hayvanları, hatta süt ineklerini bile kesime göndermesine ve büyükbaş hayvan varlığının biraz daha azalmasına yol açtı. Arzdaki eksiklik ithalatla giderilse de günümüzde raflara yansıyan rekor fiyatlara mâni olunamadı.
Yapısal Dönüşüm Şart
Halkımızın kırmızı eti daha ucuza tüketebilmesi için ithalatı değil, kendi kendine yeterliliği sağlayacak bir plan dahilinde yerli üretimi desteklememiz, maliyetleri düşürmek üzere işletmeleri etkin bir ölçeğe çıkartmamız, girdiye makul fiyatlarla ulaşılması adına üretici örgütlerin ve kooperatiflerin pazarda etkin rol üstlenmesini sağlamamız gerekiyor. Bu maksatla atılacak adımların gerçekten işe yaraması için sektörde kapsamlı bir dönüşüme ve yeniden yapılanmaya ihtiyaç olduğu açık.
Fahiş fiyat artışlarının birinci derece mağduru tüketicilerden bu kapsamda parlak fikirler çıkmaya başladı bile. Bunlardan biri de İç Anadolu’nun entelektüel isimlerinden tecrübeli Tarih Öğretmeni Bekir Koç. Ülkemizin coğrafyasını da iyi bilen, tarım ve hayvancılığın içinden gelen bu eğitimcinin “yurt dışından et ithal etmemiz gururuma dokunuyor” diyerek hazırladığı Tarım ve Hayvancılığın Geliştirilmesinde Yerinden Kalkınma Uygulama Projesi, sözünü ettiğimiz yapısal sorunları bir çırpıda çözme iddiasında, aynı zamanda gerçekçi ve uygulanabilir de görünüyor.
Gıda Savaşlarında Anadolu’nun Sathı Müdafaası
2050’lerde dünyayı kaosa sürüklemesinden korkulan gıda savaşlarına şimdiden hazırlık yapılmasını telkin eden bu proje; tarım ve hayvancılık yapmaya müsait yüz dönümden bin dönüme kadar büyüklüklerde işletme arazilerinin oluşturulması temelinde yükseliyor. Mülkiyeti devlete, işletme hakkı müstecirlere ait olacak bu arazilerde ortak imkanlardan yararlanılması adına en az üç işletmenin birbirine komşu olacak şekilde yapılandırılması; projenin her yıl on il eklenerek beş yılda toplam elli vilayette uygulanması ve ülke genelinde yaklaşık on üç bin işletme kurulması planlanmış.
Yüz dönümlük işletme arazilerinin her birinde: beş dönümün bağ, meyvelik ve sebzelik, üç dönümün tesis, otuz dönümün yem bitkileri, altmış iki dönümün de tahıl alanı olarak ayrılması; besi için asgari altmış, süt inekçiliği için asgari kırk büyükbaş hayvan yetiştirilmesi; yirmi kovan arı bulundurulması, işletme sahibinin becerisine göre küçükbaş ve kümes hayvanları ile yumurta üretiminin de gerçekleştirilmesi tasarlanmış. Bu rakamların ilave her yüz dönüm için yüzde yirmi beş artırılması suretiyle işletme ölçeğinin büyütülmesi de düşünülmüş. İşletmelerin kurulum ve istihsal süreçlerinin en başından itibaren Tarım ve Orman Müdürlüklerinin denetiminde olmasının yanı sıra altyapı, hibe, faizsiz kredi, teknik yönlendirme ve sigorta primi gibi çeşitli şekillerde devlet desteği görmesinin de şart koşulduğu söz konusu proje, bu yazıya sığdıramayacağım kadar çok ayrıntı içeriyor.
Kırmızı et ve süt üretiminde ülke ihtiyacının karşılanması, tarım ve yem bitkilerinde kendi kendine yeterliliğin sağlanması, maliyetlerin düşürülmesi, işletmelerdeki hayvan gübresi marifetiyle organik tarım yapılması, zirai araç gereç kullanımında tasarruf sağlanması, parçalı ve atıl arazilerin büyük ölçekli istihsale kazandırılması, iş kolundaki istihdamın korunması yanında yeni iş olanaklarıyla ülke genelindeki nüfus dağılımının nispeten dengelenmesi gibi pek çok amaca hizmet etme potansiyeli de sunuyor. Tarım ve hayvancılığı bir milli güvenlik meselesi olarak gören projenin olmazsa olmazı ise arazilerin yalnızca işin ehli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarınca işletilmesi.
Toprakları yabancılara satılıp kiralanmadan, kendi insanınca işlenen, çalışan, neyle nasıl besleneceğini bilen, yeni iş kollarıyla katma değer yaratan bir Türkiye için Anadolu’nun sesine kulak kabartma zamanı gelmedi mi, ne dersiniz?