Kırmızı ette kırmızı alarm

Ö. Süleyman KILIÇARSLAN
Ö. Süleyman KILIÇARSLAN STRATEJİK ANALİZ suleyman.kılı[email protected]

Kırmızı et piyasasındaki fahiş fiyat artışla­rı, kısmen fırsatçılıktan kaynaklansa da temelde yapısal sorunlara dayanıyor. Zira ül­kemizde mera hayvancılığı yerine çoğunlukla ahır besiciliği yapıldığından, maliyetlerin yüz­de yetmişini oluşturan besi yeminde yüzde el­li oranında dışa bağımlıyız.

İşletme ve hayvan varlığı da 1980’li yıllardan itibaren büyük öl­çüde düşmüş durumda. Sektördeki iki yüz bin kadar işletmenin çoğu küçük aile kuruluşu ve her biri başına düşen hayvan sayısı oldukça az. Ayrıca, bu işletmeler fiyatı belirleyen taraf ol­maktan uzak, üretici örgütleri ise pazarda yete­rince etkin değil.

Covid-19 ve Rusya-Ukrayna savaşı; genel olarak ham madde ve enerji maliyetlerinde önemli artışların yanında döviz kurlarında da dalgalanmalara yol açtı. Dolayısıyla aşırı yük­selen yem, ahır, elektrik, mazot, veteriner ve işçilik giderleri de ister istemez kırmızı et fi­yatlarına aksetti. Ama artışın ilk başta diğer gıda ürünlerindekine kıyasla düşük kalması, işletmelerin bir kısım anaç hayvanları, hatta süt ineklerini bile kesime göndermesine ve bü­yükbaş hayvan varlığının biraz daha azalması­na yol açtı. Arzdaki eksiklik ithalatla giderilse de günümüzde raflara yansıyan rekor fiyatlara mâni olunamadı.

Yapısal Dönüşüm Şart

Halkımızın kırmızı eti daha ucuza tüketebil­mesi için ithalatı değil, kendi kendine yeterli­liği sağlayacak bir plan dahilinde yerli üretimi desteklememiz, maliyetleri düşürmek üzere işletmeleri etkin bir ölçeğe çıkartmamız, gir­diye makul fiyatlarla ulaşılması adına üretici örgütlerin ve kooperatiflerin pazarda etkin rol üstlenmesini sağlamamız gerekiyor. Bu mak­satla atılacak adımların gerçekten işe yaraması için sektörde kapsamlı bir dönüşüme ve yeni­den yapılanmaya ihtiyaç olduğu açık.

Fahiş fiyat artışlarının birinci derece mağ­duru tüketicilerden bu kapsamda parlak fikir­ler çıkmaya başladı bile. Bunlardan biri de İç Anadolu’nun entelektüel isimlerinden tecrü­beli Tarih Öğretmeni Bekir Koç. Ülkemizin coğrafyasını da iyi bilen, tarım ve hayvancılığın içinden gelen bu eğitimcinin “yurt dışından et ithal etmemiz gururuma dokunuyor” diyerek hazırladığı Tarım ve Hayvancılığın Geliştiril­mesinde Yerinden Kalkınma Uygulama Proje­si, sözünü ettiğimiz yapısal sorunları bir çırpı­da çözme iddiasında, aynı zamanda gerçekçi ve uygulanabilir de görünüyor.

Gıda Savaşlarında Anadolu’nun Sathı Müdafaası

2050’lerde dünyayı kaosa sürüklemesinden korkulan gıda savaşlarına şimdiden hazırlık yapılmasını telkin eden bu proje; tarım ve hay­vancılık yapmaya müsait yüz dönümden bin dönüme kadar büyüklüklerde işletme arazi­lerinin oluşturulması temelinde yükseliyor. Mülkiyeti devlete, işletme hakkı müstecirlere ait olacak bu arazilerde ortak imkanlardan ya­rarlanılması adına en az üç işletmenin birbiri­ne komşu olacak şekilde yapılandırılması; pro­jenin her yıl on il eklenerek beş yılda toplam elli vilayette uygulanması ve ülke genelinde yak­laşık on üç bin işletme kurulması planlanmış.

Yüz dönümlük işletme arazilerinin her bi­rinde: beş dönümün bağ, meyvelik ve sebzelik, üç dönümün tesis, otuz dönümün yem bitki­leri, altmış iki dönümün de tahıl alanı olarak ayrılması; besi için asgari altmış, süt inekçili­ği için asgari kırk büyükbaş hayvan yetiştiril­mesi; yirmi kovan arı bulundurulması, işletme sahibinin becerisine göre küçükbaş ve kümes hayvanları ile yumurta üretiminin de gerçek­leştirilmesi tasarlanmış. Bu rakamların ilave her yüz dönüm için yüzde yirmi beş artırılma­sı suretiyle işletme ölçeğinin büyütülmesi de düşünülmüş. İşletmelerin kurulum ve istihsal süreçlerinin en başından itibaren Tarım ve Or­man Müdürlüklerinin denetiminde olmasının yanı sıra altyapı, hibe, faizsiz kredi, teknik yön­lendirme ve sigorta primi gibi çeşitli şekillerde devlet desteği görmesinin de şart koşulduğu söz konusu proje, bu yazıya sığdıramayacağım kadar çok ayrıntı içeriyor.

Kırmızı et ve süt üretiminde ülke ihtiyacının karşılanması, tarım ve yem bitkilerinde ken­di kendine yeterliliğin sağlanması, maliyetle­rin düşürülmesi, işletmelerdeki hayvan güb­resi marifetiyle organik tarım yapılması, zirai araç gereç kullanımında tasarruf sağlanması, parçalı ve atıl arazilerin büyük ölçekli istihsale kazandırılması, iş kolundaki istihdamın korun­ması yanında yeni iş olanaklarıyla ülke genelin­deki nüfus dağılımının nispeten dengelenme­si gibi pek çok amaca hizmet etme potansiyeli de sunuyor. Tarım ve hayvancılığı bir milli gü­venlik meselesi olarak gören projenin olmazsa olmazı ise arazilerin yalnızca işin ehli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarınca işletilmesi.

Toprakları yabancılara satılıp kiralanma­dan, kendi insanınca işlenen, çalışan, neyle na­sıl besleneceğini bilen, yeni iş kollarıyla kat­ma değer yaratan bir Türkiye için Anadolu’nun sesine kulak kabartma zamanı gelmedi mi, ne dersiniz?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Suriye'den beklentiler 23 Aralık 2024