Kırk defa ölçmeli, bir defa biçmeli!
Yukarıdaki gereklilik kipi günlük hayatımızda da sık sık kullandığımız bir özdeyiş. Bu özdeyişimiz yaşamın çoğu alanında olduğu gibi işletmelerde de zamanında eyleme geçme gerekliliğini vurgulayan bir yaşam kuralı. Özellikle de KOBİ’lerin kuruluş aşamasında ve büyüme süreçlerinde ihmal edilmemesi gereken bir kural. Zira eyleme geçmeden önce yapılacak işin önünün arkasının düşünülüp gözden geçirilmesi; işletmenin güçlü ve zayıf yönlerinin, içinde bulunulan fırsat ve tehditlerin masanın üstüne yatırılıp değerlendirilmesi gerekiyor. Kısaca, eyleme geçmeden önce doğru kararların verilebilmesi için işin planlanması gerekiyor. Bu nedenle “planlamayanı planlarlar” özdeyişi kulaklarda hep küpe olarak durmalı.
Öte yandan, aslolanın da eyleme geçmek olduğu unutulmamalı. Eyleme geçilmemesi halinde en mükemmel planların, en üst seviyede elde edilen bilgilenmenin ve yapılan tüm araştırma faaliyetlerinin ekonomik açıdan bir anlamı kalmayacaktır. 40 defa ölçtükten sonra eylem zamanının geldiği 41. aşamada da ölçmeye devam edilmesi halinde tüm planlama faaliyetleri batık maliyete (sunk cost) dönüşecektir. Bilindiği üzere batık maliyetler de işletmenin önündeki işler ve projeler için değil, ancak tecrübe sermayesi olarak yarar sağlar. Ancak unutulmamalı, tecrübe sermayesi de altın değerindedir. Hele hele bizzat yaşanıp ders alınan tecrübeler olursa.
Evet, girişimcilikte başta gelen başarı şartlarından biri de zamanı geldiğinde eyleme geçebilmektir. Bunun gerektirdiği cesareti gösterebilmektir. Bu da çok insan için kolay değildir. Zira eylem zamanı geldiğinde henüz bilinmeyen çok şey vardır. Girişimcinin kontrolünde olmayan birçok faktör devrededir ve onların nasıl gerçekleşeceği belli değildir. Kısaca, girişimci eylem zamanı geldiğinde az veya çok bir belirsizlik ortamı içinde kararlar verip adım atmak, harekete geçmek; bunun gerektirdiği cesareti göstermek zorundadır. Bu cesarete sahip olmadığı için eyleme geçme zamanının geldiği 41. aşamada da biçmeye (eyleme) geçemeyip ölçmeye (bilgilenmeye, araştırmaya, planlamaya) devam edenler fırsatı kaçıracaklardır.
Son yıllarda devlet tarafından sağlanan önemli teşviklere konu olan teknogirişimcilik konusunun da bu gerçekler çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Teknogirişimci olarak sahaya çıkan kişide girişimcilik nitelikleri değil Ar-Ge ve bilgilenme nitelikleri ön plana çıkıyorsa, çokça 41. aşamadaki eyleme geçme cesareti gösterilememektedir. Bilgilenme ve araştırma faaliyetlerine devam edilip ölçme süreci sürdürülmektedir. İki yıldan beri, Jüri Başkanlığı görevini yürüttüğümüz KOSGEB’in Girişimcilik Yarışması’nın 8 konusundan biri olan Teknogirişimcilik alanına yapılan başvurularda da bu durum açık bir şekilde kendini göstermiştir.
Serbest piyasa ekonomisi şartlarında bu belirsizlikler ve bilinmezlikler özellikle önem kazanmaktadır. Böylesi bir ortamda girişimcinin yüzde 100 bilgilenmesi ve tüm etki faktörlerine egemen olması gibi bir şansı hiçbir zaman olmayacaktır. Bırakın mikro ve küçük işletmeleri, hele hele piyasaya yeni girecek olan teknogirişimci adaylarını, büyük ölçekli işletmeler için bile mümkün olmaz bu. Girişimcinin giriştiği her işte, her zaman az veya çok kontrolü dışında kalan etki faktörleri olacaktır. Bilmediği, ne olduğu ve ne olacağı belli olmayan belirsizlik alanları varlığını hep sürdürecektir. Girişimci bu belirsizlikler içinde eyleme geçme cesaretini gösterebilen kişidir. Elif Şafak “Aşk” adlı romanında insanoğlunun hep karşı karşıya kaldığı bu gerçeği bir sufi yaklaşımıyla ne güzel ifade etmiştir: “Akılcı kararlar alıp planlar yaparak hayatımızın akışını denetleyebileceğimizi zannediyoruz. Oysa balık yüzdüğü okyanusu denetleyebilir mi? Bu sadece sahte beklentiler ve hüsranlar yaratır.” Bilindiği gibi Tanrı da plan yapanlara “beni güldürmeyin” dermiş. “Değil 5-10 yıl sonranın, 1 yıl hatta 1 gün sonranın bile belirsiz olduğu, yarın hayatta kalınıp kalınamayacağının bile bilinmediği bu dünyada neyin planını yapıyorsun diye şaşarmış.
Diğer yandan insanoğlu “planlamayanların planlanacağını” tecrübeleriyle öğrenmiştir. Geleceğini planlamanın, kaderini mümkün olduğunca kendisinin çizmesinin daha akılcı yol olduğunu, rasyonel davranışın bunu gerektirdiğini bilmektedir. Hatta mümkün olursa “planlanan” tarafta değil, “başkalarını da planlayan” tarafta olmanın avantajlarını öğrenmiştir.
Fakat bilinmezlikler ve belirsizlikler girişimcinin yakasını hiçbir zaman bırakmayacaktır. Hatta bazen yarın ortaya çıkabilecek tablo hakkında hiçbir tahmin yapamıyorsa planlama yerine doğaçlama (improvizasyon) yoluna gidecektir. Bu durumda eyleme ilişkin karar bir planlama çalışmasına dayanılarak değil, olay ile karşı karşıya gelince verilecektir. Bu durumda girişimcinin sezgi gücü, cesaret ve inançları daha büyük önem kazanacaktır.
Bu bağlamda girişimcilikte cesaret, sezgi ve inanç gibi kavramların ne kadar büyük bir önem taşıdığına dikkat çekmek yerinde olur. Girişimci, Stefan Zweig’ın kitabına verdiği adla ifade etmek gerekirse, “yıldızının parladığı an”ları sezebilmeli, gerekirse “herkes Mersin’e giderken tersine gitmeyi” göze alabilmeli, inançlarına tutku ve sabırla bağlanabilmelidir. Umut, akıl, cesaret ve inanç ise insanı günümüz bilgi toplumunda girişimciliğin ihtiyaç duyduğu en önemli şart olan özgürlüğe taşıyacaktır. Zira özgürlük, arkasından teknik ve entelektüel niteliklerle desteklenen özgürlük, günümüzde yüksek katma değer yaratmanın en etkili yolu olan inovasyonların yolunu açacaktır.
İnovasyonlar da sürekli bir büyümenin en sağlıklı yolu olarak işletmeyi mikro ölçekten küçük, küçük ölçekten orta ve büyük ölçeklere doğru taşıyacaktır. Tüm bu süreçte gerçekleşen hayaller girişimciyi sarhoş etmemelidir. İşte burada aklın dizgini etkin olmalı, o yetmezse inancın teslimiyeti devreye girip bu tehlikeli süreci durdurmalıdır. Burada teslimiyet veya tevekkül, hiç irade ya da direnç göstermeden kendini kaderin kollarına teslim etmek olarak anlaşılmamalıdır. Aklın ulaşamadığı veya yetersiz kaldığı akıl ötesine sezgiyle ve inançla devam etmek olarak anlaşılmalıdır.