Kim korkar(dı) hain kurttan

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU [email protected]

Son dört yıldaki döviz kuru artış oranları 2003-2006 döneminde gerçekleşen döviz kuru artışlarına göre çok yüksek. Tabloda hem 2003-2006 hem de 2014-2017 dönemlerine ilişkin enflasyon oranları, yarısı dolar yarısı eurodan oluşan döviz sepetinin lira karşısındaki değerinin (sepet kurun) artış oranları, ABD Merkez Bankası (FED) faizleri ile Avrupa Merkez Bankası (ECB) faizleri veriliyor. Nereden geldiğimizi göstermek için de 2002 yılına ilişkin değerler de yer alıyor tabloda. Tüm değerler yıllık ortalamaları ifade ediyor.

Tabloyu inceleyince başka çarpıcı olgular da göze çarpıyor. Birincisi, son dört yılda büyük gelişmiş ülkelerde faiz oranları 2003-2006 dönemi ile karşılaştırılamayacak kadar düşük düzeyde. Üstelik, Türkiye ve benzer ülkeler için daha önemli olan FED faizi 2003-2006 döneminde sürekli yükselmiş. Son iki yılda da FED faizlerinde artış var ama gelinen düzey 2006’da gelinen düzeyin yaklaşık 3.8 puan altında. Elbette döviz kurunun artış oranını sadece gelişmiş ülkelerdeki faiz oranları belirlemiyor; Türkiye’deki faizler de önemli. Ona sonra geleceğim.

İkincisi, son dört yıldaki döviz kuru artışı enflasyonun oldukça üzerinde. Oysa 2003-2006 döneminde öyle değil: Enflasyonun oldukça altında kalmış döviz kuru artışı. Tamam, 2003’te enflasyon yüksek ama unutmayalım enflasyon 2001’deki çok yüksek düzeyinden hızla düşmekteydi o dönemde. Tabloda yok ama 2001 sonundaki enflasyon yüzde 70’e yakındı. O değerle karşılaştırıldığında 2003’teki ortalama 25.3’lük enflasyon yüksek değil (kaldı ki 2003 sonunda yüzde 18’e kadar düşmüştü).

Son dört yıla bu göstergeler açısından bakıldığında ortada oldukça sevimsiz bir durum olduğu açık. Üstelik gelişmiş büyük ülkelerin merkez bankaları para politikalarını sıkılaştırmaya başladılar (FED) ya da başlayacaklar (ECB). O zaman ne olacak?

Peki, döviz kurundaki yükseliş neden rahatsız etsin ki bizi? Öyle ya, ihracat açısından bakıldığında çok da sevimsiz bir gelişme değil. Özellikle çok fazla ithal girdi kullanmayan ihracatçılar açısından. Aslında sorunun yanıtı açık: Döviz kurundaki “aşırı” (her ne demekse) artış en azından iki açıdan rahatsız ediyor bizi: Birincisi, enflasyonu azdırıyor (bakınız 2017). İkincisi, döviz cinsinden borcu olanları vuruyor. Türkiye’nin temel kırılganlığı bu ikinci unsurda saklı: Şirketler kesiminin –özellikle finans kesimi dışındaki şirketlerin- döviz cinsinden borçları ile döviz cinsinden alacakları arasındaki fark çok yüksek. Kur artınca haliyle zor duruma düşüyorlar. Artık bir şehir efsanesi haline gelen “ama şirket patronlarının yurtdışında mevduat hesapları var; onun karşılığında şirketlerine dış kaynak buluyorlar” savunmasını boş verin; fazla anlamı yok çünkü.

2003-2006 dönemine kıyasla 2014-2016 döneminde döviz kurundaki bu yükselişin temel kaynağı yurda dış kaynak girişinin belirgin biçimde azalması. Üstelik son dört yıldır finansman ihtiyacının altında kalıyor dış kaynak miktarı; gerisi Merkez Bankası rezervlerinden ve “net hata noksan” kaleminden karşılanıyor. Dahası gelen sermaye ağırlıkla kısa vadeli. Döviz arzında düşüş anlamına geliyor bunlar. Ek olarak gelenin hemen çıkabileceğini ima ediyor. Öte yandan döviz talebinin (özellikle ekonomi dışı nedenlerle) arttığı bir dönemdeyiz. Böyle olunca da ister istemez döviz kuru artış oranı yükseliyor.

Peki, dış kaynak girişi neden az? Birden fazla neden sayılabilir. İlki dış politikaya ilişkin. 2003-2006 döneminde Avrupa Birliğine üyelik müzakereleri hikâyesi vardı Türkiye’nin. Önce, kuvvetli bir olasılık olarak sonra da müzakerelere başlanması ile. Ayrıca, ne komşularla bir sorunumuz vardı ne de büyük ülkelerle. İkincisi, güçlü bir ekonomik program uygulanıyordu. Bunun sonucu olarak; yüksek bir büyüme oranı yakalanmıştı, enflasyon hızla düşüyordu, maliye ve para politikası çok disiplinliydi, bankacılık sektöründe çok önemli reformlar yapılmıştı, yolsuzluğu azaltmak üzere önemli adımlar atılmıştı -mesela ihale kanunu değiştirilmişti. Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerinin başlaması, öte yandan, daha derin yapısal reformlar yapılacağı anlamını taşıyordu. Üçüncüsü, faiz politikası da düzgündü. Örnek: Gerçekleşen yıllık ortalama reel politika faizi son dört yılda en yüksek yüzde 0.7 oldu. Geçen sene ise yüzde 0.3 düzeyindeydi. Bu kadar düşük bir reel faizin bir anlamı yok. Reel faiz 2003-2006 döneminde daha yüksekti. Buna karşılık yine aynı dönemde hem büyüme oranı 2014-2017’ye kıyasla daha yüksekti hem de işsizlik oranı daha düşüktü. Üstelik 2003-2006’da enflasyon hızla düşerken şimdi yükselme emareleri gösteriyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018