Keskin kılıç
Kimden ödünç aldığımı not etmemişim, ama şu söze yürekten katılıyorum: "…edebiyat, insana küçüklük kadar sonsuzluğu da anımsatır!"
İnsanın fizik gücünün çok sınırlı olduğunu yaşayarak hepimiz öğrendik. Ama önemi yok. Fizikçi Stephen W. Hawking'i düşünün: Yürüyemiyor, araçların aracılığı olmasa konuşamıyor ve yazamıyor ama, genişlik, yükseklik ve uzunluğun yanında "zaman içinde uzunluk" diye tanımladığı dördüncü boyutu insanlığa öğretmede öncülük edebiliyor.
Fizikçilerden çok önce edebiyatçılar, şairler, roman ve öykü yazarları düş dünyalarında dört boyutlu düşünen öncü insanlar değil mi? Edebiyatçıların yaktığı ışık, zihnimizde tersine bir yürüyüşle daldığımız karanlıklarımızdan bizi uzaklaştırmıyor mu?
Edebiyatçılar ile bilim insanları aynı ortak noktaya odaklandığında insanlık bir basamak daha sıçramıyor mu?
O halde edebiyat ve sanatın yapıcı etkisini daha güçlü anımsayarak insanlık ve uygarlık yolunda daha hızlı ilerlememiz mümkün değil mi?
İnsanlığa doğru yaklaşmamızı engelleyen nedir?
Soruların yanıtı çok açık: Yine insanın kendisi!
İnsanın özünde saldırganlık ve vahşet var. Onu vahşete yaklaştıran kendi yarattığı değerler sistemi. Ne zaman ilkeler, kurallar,yasalar ve kurumlara karşı bir gelişme olsa, insanlık kendini vahşetin içinde buluyor.
Eziyor, öldürüyor ve yok ediyor.
Kinin insan yüreğine yük, kafasına gölge olduğunu unutuyoruz.
Öfke ile kalkıyor; akıl gözümüzü körleştiriyor; vahşetin yükünü omuzlarımıza yüklüyoruz.
Şaşmamalı ama…
Oysa edebiyatçılarımız, sanatçılarımız, düşünürlerimiz, bilgi insanlarımız, sıradan insanların oluşturduğu sağduyumuz net anlatımlarla deneyimlerini aktarmıştır bize.
"Keskin sirkenin zararı küpünedir" dememiş mi atalarımız.
"Öfke ile kalkanın zararla oturduğunu" hangimiz bilmiyor?
"Keskin kılıç kullananlar yanlış hamleden sakınmalıdır. Kendilerini kesebilirler" öğüdüyle kulakları ısınmamış olanımız var mı?
Doğrusu istenirse Afrika insanı çok haklı: "İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma!"
Şaşmamasına şaşmayalım ama, bu bizi birbirimize yönelik insanlık dışı eylemleri hoş görme noktasına götürmemeli. Savaşan ruhumuzu öldürmemeliyiz…
İyilikten yana olanların, kötülük özlemleri olanlar kadar cesur olması gereken bir dünyada yaşadığımızı unutmayalım.
İnsanların coğrafi yalıtımı bitti,her yere gidebiliyoruz.
Evimizin içinde dünyanın çok farklı yerlerine erişebiliyoruz. İletişim araçları her gün sınırlarımızı aşan araçlar geliştiriyor.
Çok değişik değer ölçüleri benimseyen, inanç sistemleri yaşayan, farklı çıkarları olan insanlar daha çok iç içe yaşamak zorunda olacağız
Sonsuz küçük ve büyük
Çeşitlilik alabildiğine artacak.
Kendi değerlerimize sahip çıkma ne denli önemli ise, başkalarının değerlerine aynı ölçüde saygılı olma ile yüzleşeceğiz.
Çok küçüğe, nano ölçülere doğru yürüyüşlerimiz ilerlerken, sonsuza açılımlarımız da gelişecek.
Düne göre yaşamanın koşulları hızla farklılaşacak…
Her zamankinden daha çok Nazim Hikmet'in çağrısına kulak vermek zorundayız: "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ Bir orman gibi kardeşçesine" olmalı… Olmak zorunda. Öylesi bir yaşamı yaratma hepimizin ortak görevi ve sorumluluğu…