Keşke daha çok uluslararası kriz çıksa!

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

 

Düz mantık yürütüyor ve bunu temenni ediyoruz; daha çok, hatta her yıl tüm dünyayı saran bir ekonomik kriz çıkmasını. Mantıksız mı buldunuz; ön yargılı olmayın, bu temennimizin neye dayandığına bakıp, öyle karar verin.

Türkiye ekonomisi, meğer her krizden biraz daha güçlenerek çıkıyormuş. Hani neredeyse budanan ağacın daha iyi sürgün vermesi gibi. Şimdi siz de bu temenniye katılmaz mısınız, her yıl uluslararası bir kriz çıksa, Türkiye ekonomisi de bu krizlerden dolayı güçlense, ki zaten güçleniyormuş, fena mı olur?

Uluslararası krizlerden ekonomimizin güçlenerek çıktığını sıradan birisi söylemiyor, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan söylüyor. Bu durumda bize de daha çok uluslararası kriz çıksa diye temennide bulunmaktan başka

yapacak bir şey kalmıyor. Şimdi söyleyin, ABD’de mortgage krizi çıkmasından ve bu krizin dalga dalga tüm dünyaya yayılmasından mutlu olunmaz mı?

Orhan Veli’nin o muhteşem dizeleri geliyor aklımıza; “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı“...

“Ulusa Sesleniş‘i dinliyoruz, gözlerimiz kapalı.“ Türkiye ekonomisinin genel durumunun iyi olduğunu zaten biliyorduk da, bu kez uluslararası krizlerden yarar sağladığımızı, bu krizler sayesinde daha da güçlendiğimizi

öğreniyoruz.

“Ulusa Sesleniş‘i dinliyoruz gözlerimiz kapalı“. Ama duyduğumuz bazı rakamlar, bazı görüşler, beynimizdeki rakamlara çarpıp duruyor. Başbakan yine “Eskiden yılda 1 milyar dolar doğrudan yatırım gelirdi,2007’de 22

milyar dolar geldi, cari açığı daha sağlam kaynaklarla finanse ediyoruz“ diyor. İyi de, aklımıza takılıyor; 2008’den itibaren hükümette olan parti hâlâ AKP değil mi? Haydi 2007 için savunulan görüşü doğru kabul edelim; peki, 2008’de cari açığın finansmanında yine sağlam kaynaklar mı ön planda, yoksa canımızı sıkan, keyfimizi kaçıran borçlanma mı?

Daha önce de dönem dönem defalarca yazdık ama son kez 15 Eylül’de grafiğiyle birlikte vermiştik. 2006 yılında cari açığın yüzde 45’ini doğrudan yatırımlarla, yüzde 17’sini portföy yatırımlarıyla, yüzde 38’ini ise borçlanmayla finanse ettik.

2007’de doğrudan yatırımların açığı kapatmaya katkısı yüzde 42’ye, portföy yatırımlarının katkısı yüzde 1.5’e geriledi. Buna karşılık, borçlanmanın katkısı yüzde 57’ye çıktı.

“Açığı sağlam kaynaklarla finanse ediyoruz“ denilen 2007’de bile, borçlanmanın payı 2006’dan daha fazla. Ya hiç değinilmeyen 2008’deki durum? İlk yedi ayın rakamlarına göre, doğrudan yatırımların payı yüzde 22, portföy yatırımlarının payı yüzde 7.5, borçlanmanın payı ise tam yüzde 70. Eğer bu gidişat, “cari açığın her geçen gün sağlam kaynaklarla finanse edilmesi“ ise acaba tersi nasıl olurdu, diye düşünmeden edemiyor

insan.

İhracat iyi; ya ithalat

Dış ticarette neredeyse yıllardır tek taraflı bir bilgi bombardımanı altındayız. Dış ticaret demek, adeta ihracat demek. Dış ticaretin ithalat ayağı sanki hiç yok. Son olarak Başbakan Erdoğan da, Ulusa Sesleniş konuşmasında yıllık ihracatın ağustos sonu itibariyle 132 milyar dolara ulaştığını belirtiyor. İyi de, ithalat nerede? Ağustos sonu itibariyle ithalat da 208 milyar doları bulmuş durumda. İthalatın hızlı artışı gündeme getirilince hemen şu itiraz yükseliyor: “Biz enerjimi ihtiyacımızı büyük ölçüde ithalatla karşılayan bir ülkeyiz, enerji fiyatları da yükseldiği için bu artış normal.” Bu görüşte büyük ölçüde haklılık payı var tabii ki; ama

ithalat artışını yalnızca enerji faturasındaki büyümeyle açıklamak mümkün mü? Türkiye’nin, ihracatını ucuz ara mal ithalatına dayalı olarak sürdüren bir ülke konumuna geldiğini nasıl göz ardı edebiliriz ki.

İhracatın ithalatı karşılama oranının ağustosta yüzde 57.5’e düşmesi dikkat çekti. Bu karşılama oranı, tam iki yıl önce, ağustos 2006’da yüzde 55.5 olarak gerçekleşen orandan sonraki en düşük düzeye işaret ediyor. Ancak bunun konjonktürel bir durum olduğunu, ağustos aylarında karşılama oranının genellikle düşük gerçekleştiğini dikkate almakta yarar var.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar