Kent yanıyor, belediye ise itfaiyenin suyunu kesmiş!
Türk halkının en duyarlı olduğu gösterge döviz kurudur. Bu yıllar yılı böyle. Döviz kuru yükseldi mi, işlerin iyi gitmediğini anlarız. Bir kriz beklentisi kaplayıverir benliğimizi.
Vatandaş böyle düşünürken haksız da değildir. Biliriz ki döviz kuru arttığı ölçüde işler sarpa saracaktır. Enflasyon artacak; reel gelirimiz düşecek, yani fakirlik daha belirgin hale gelecektir. Kimimiz için fakirleşmek bile lüks kalacaktır; çünkü işimizi yitirme riski de büyüyecektir.
İşte o yüzden son dönemde kurda ortaya çıkan artış hepimizi kaygılandırıyor. Bundan en başta kaygı duyan da hükümet aslında. Hani bir dönem çok övünüyorduk ya, “Kamunun dış borcu yok denecek kadar az, özel sektörün borcu da onları ilgilendirir” diye. Bu görüşe karşı çıkanlar da ısrarla “Yapmayın etmeyin, döviz borcu, kimin olursa olsun özünde ülkenin borcudur” görüşünü dile getiriyorlardı.
Gördük işte! Özel sektörün borcuna “Bana ne” diye bakamıyormuşuz. Hükümet, reel sektörün açık pozisyondan dolayı darboğaza girmesini önlemek adına önlem üstüne önlem almaya çalışıyor.
Örneğin, Resmi Gazete’de 23 Ocak’ta yayımlanan 683 sayılı KHK’da sayılan kamu kuruluşlarının, ödemeyi yapacak olanın talep etmesi halinde alacaklarını yılbaşındaki kurdan tahsil etmeleri kararlaştırıldı. Yani bu kuruluşlara borcu olan özel sektör için kur yılbaşındaki 3.53’te sabitlenmiş oldu.
Bir başka örnek; reeskont kredilerinde dolar kuru 3.70 olarak sabitlendi.
Bunlar döviz borçlusu olanlara kolaylık sağlayacak adımlardı kuşkusuz, sağladı da. Ama dövizdeki artışı durdurma amacına hiç mi hiç hizmet etmedi. Umduk ki bu önlemlerde dövize olan talep duracak ve kurda artış yaşanmayacak. Ama yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor.
Biraz yanlış yapılmıyor mu? Kur artışını tersine çevirecek adımlar atmak yerine, kur artışına karşı sonuç vereceği çok tartışmalı olan, uygulandığında da sonuç vermediği görülen önlemleri tercih ediyoruz.
Döviz borçlularına kolaylık sağlamak başkadır; kur artışını durduracak önlemler başka... Borçluya kolaylık sağlayınca ve onların döviz talebini azaltınca sorunu çözeceğimizi sandık anlaşılan. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı!
Yapılacak belli de, izin çıkarsa!
Hani bir hastalığınız ortaya çıkar da ta başta hekimlerin önerisini kulak arkası eder ve sağdan soldan duyduklarınızla kendi kendinize bir tedavi uygulamaya kalkışır, sonuç elde edemeyince de başta önerilene göre çok daha ağır bir tedaviye, operasyona razı olmak durumunda kalırsınız ya... Biz de o duruma doğru yol alıyoruz.
Merkez Bankası “faizi artıramamanın çaresizliği” ile hareket etmeye devam ediyor. Biliyoruz ki şu gidişat faizin bir gün mutlaka artırılmasını gerekli kılacak.
Aslında bu yapılmıyor da değil. İşte son adım... Merkez Bankası artık tüm fonlamayı geç likidite penceresinden, yani yüzde 12.25’ten yapacak. Bu bir faiz artışı değil mi yani...
Ama bu “önlemler” yetmiyor. Normal fonlama kanallarını kısıp geç likidite penceresini ön plana çıkardık, yetmedi; şimdi tüm fonlamayı geç likidite penceresinden yapacağız.
Türk Lirası uzlaşmalı döviz işlemlerine başladık, umulan sonucu elde edemedik.
Atılan her adım, “Bir sorun var”ın itirafı. Ama bu adımlar pek işe yaramadığı gibi, bir de “sorun yaşandığı ve buna karşı önlem arayışında olunduğu” algısını pekiştiriyor. Alınan “cılız” önlemler işe yaramadıkça Merkez Bankası’nın hareket alanı giderek daralıyor.
Şu durumda yapılacak da belli aslında. Bugün çeyrek puanla, yarım puanla üstesinden geleceğimizi sanıp sonuç alamadığımız faiz artışında giderek daha yüklü bir artışa doğru yol alınıyor.
Bu gidişle bunu yapmak kaçınılmaz olacak da; birincisi, bu adım ancak “izin çıkarsa” atılabilecek; ikincisi de izin çıktığı ve faiz artışına gidildiği takdirde o zamana kadar oluşan yük çok ağır olacak.
Tüketici güveninde kaçınılmaz gidiş...
Tüketici güven endeksi kasım ayında 65.2’ye indi. Bu, yılın en düşük düzeyine işaret ediyor.
Aslında bunda pek de şaşılacak bir durum yok. Enfl asyon ekim sonu itibariyle yılın en yüksek düzeyine çıkmış; döviz kuru rekor üstüne rekor kırıyor ve TL tarihinin en değersiz günlerini yaşıyor... Böyle bir ortamda vatandaşın ekonomiye güven duygusunun zedelenmesi ve azalması gayet normal.
Kaldı ki tüketici güven endeksine ilişkin veriler, kasımın ilk yarısındaki saha çalışmasının sonucu. Yani bu çalışma, kurda son bir haftada oluşan hızlı artışın etkilerini içermiyor.
Ekonomiye duyulan güven kasımda öyle azaldı ki, 15 Temmuz darbe girişimin yaşandığı geçen yılın temmuzundaki düzeyin bile altında kalındı. Tüketici güven endeksi geçen yıl temmuzda 67 olmuştu.