Kendimizle yüzleşeceğimiz bir yıl olsun!
Yılın son yazısında önümüzdeki yıla veya yıllara yönelik bir takım trendler, beklentiler, tahminler paylaşma âdetimiz var. Biliyorsunuz önümüzdeki birkaç yıla yönelik en yaygın öngörü, 2019 için ciddi bir ekonomik küçülme, ardından da birkaç yıl süren düşük büyüme dönemi. Yani 4-5 yıl boyunca pek dişe dokunur bir şey beklememek gerektiği söyleniyor. Bu köşeyi takip edenler; çok ama çok uzun zamandan beri, Türkiye’nin doğru düzgün bir sanayi politikası olmadığını, dış kaynağın gayrimenkule yatırılmasına dayalı büyüme modelinin Türkiye’ye zenginlik getirmeyeceğini yazdığımızı bilir. Bakanlar, oda başkanları, hatta adının önünde bir sürü unvan bulunan pek çok ekonomist, betona dayalı ekonominin bir kalkınma yolu olmadığını ancak 1-2 senedir dile getirebiliyor. Hatta bir kısmı testi kırıldıktan sonra bile yapılan işin yanlış olduğunu ancak yarım ağızla söylüyor.
Neyse işin bu tarafını çok uzatmayıp asıl söylemek istediğime geleyim. Esasen sorunumuzun yalnızca ekonomik olmadığını hepimiz biliyoruz. Üstelik büyüme hikâyemizin çuvalladığı tek dönem de bu dönem değil. 1980’lerden itibaren her büyüme döngüsü benzer bir hüsranla sonuçlandı. Ama her seferinde toplumu daha büyük bir dış borç yükünün altına sokarak…
Zira politikacılar, her dönemde toplumu “Con Ahmet’in Devridaim Makinesi” gibi, hiçbir enerjiye ihtiyaç duymadan, sonsuza kadar çalışacak bir sistem icat ettiklerine inandırdılar. Eh toplum da, çalışmadan kazanacağı, beklemeden zenginleşeceği bu senaryolara inanmaya dünden hazırdı tabii. Üstelik her seferinde duvara toslayacağını bile bile...
Sonuç olarak, önümüzde bir kez daha deniz bittiğine göre artık toplum olarak nerede yanlış yaptığımız üzerine kafa yormanın vaktidir diye düşünüyorum.
Neden şu aşamada şapkamızı önümüze koşup düşünmek zorunda olduğumuzu da birkaç veriyle paylaşmak isterim. Bu veriler doğrudan ekonomiyle ilgili değil. Ama toplum olarak, nerelerde bulunduğumuzu göstermesi açısından önemli. Örneğin Ajans Press’in 2018 Gallup Küresel Duygu Raporu verilerinden aktardığı bilgilere göre Türkiye, “Olumlu duygular İndeksi”nde 145 ülke arasında 53 puanla sondan dördüncü sırada yer alıyor. Yani Türkiye, öfke, stres, endişe ve fiziksel acı gibi duyguları en fazla yaşayan dördüncü ülke konumunda. Araştırmaya göre Türkiye’nin gerisinde yer alan ülkeler; Tunus, Yemen ve Afganistan olarak belirlenmiş.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından 2011’den beri yapılan “Daha İyi Yaşam İndeksi” (Better Life Index) araştırmasının 2017 sonuçlarına göre ise Türkiye 38 ülke arasında 36’ncı durumda. Türkiye’nin gerisinde Meksika ve Güney Afrika Cumhuriyeti yer alıyor. İndeksi oluşturan “Yaşam tatmini” konusunda da Türkiye 10 üzerinden 5.5 puanla 28 ülke arasında 34’üncü durumda. Çalışma ve yaşam dengesi sıralamasında durum daha da kötü. Türkiye 38 ülkenin en sonunda yer alıyor. Yani Türkiye’de çalışanlar “Yaşamaya” pek zaman bulamıyor.
Bir başka veri ise eğitimle ilgili. Yine OECD’nin PISA sınavı sonuçlarında Türkiye’nin en son sıralarda Meksika’nın hemen üstünde yer aldığını zaten biliyorsunuz. OECD İyi Yaşam İndeksi’nde de durum farklı değil Türkiye eğitim kategorisinde 38 ülke arasında 35’inci sırada bulunuyor ve Türkiye’nin ardından Brezilya, Güney Afrika ve Meksika geliyor. OECD dışındaki ülkeler de hesaba katıldığında Türkiye’nin durumu yine pek parlak değil. Ajans Press’in Dünya Ekonomik Forumu (WEF) “Eğitim Kalitesi 2018” raporundan aktardığı verilere göre Türkiye eğitim kalitesi bakımından 137 ülke arasında 99’uncu sırada yer alıyor. Sıralamada Katar, Malezya, Endonezya, İran ve Pakistan gibi ülkeler de Türkiye’nin üstünde yer alıyor.
Bu yıl açıklanan bir başka veri ise çalışma yaşamındaki cinsel ayrımcılığa, daha doğrusu çalışma yaşamında kadınların yaşadığı zorluklara dikkat çekiyor. Araştırma şirketi Ipsos’un bu yılın ocak-şubat aylarında 27 ülkede yaklaşık 20 bin kişiyle görüşerek gerçekleştirdiği araştırmaya göre Türkiye’de görüşülen kadın ve erkeklerin yarısı işyerinde cinsel tacizi en büyük sorun olarak görüyor. Bu oranla Türkiye; Brezilya, Meksika ve Hindistan’ın gerisinde 15’inci sırada bulunuyor.
Türkiye’den dışarıya göç eden insan sayısındaki çarpıcı artışı da işte bütün bu verilerle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Yine Ajans Press’in Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden derlediği bilgilere göre, 2017’de Türkiye’den dışarıya göç eden kişi sayısı bir önceki yıla göre yüzde 42.5 artışla, 253 bin 640 kişiye ulaşmış durumda. Göç edenlerin en büyük bölümünü ise 25-34 yaş grubu oluşturuyor.
Örnek olarak verdiğim bütün bu araştırmalar, aslında toplum olarak pek de iyi bir hayat sürmediğimizi gösteriyor. Ne çocuklarımıza iyi bir eğitim verebiliyoruz, ne çalışanlarımızı mutlu edebiliyoruz, ne de yaşadığımız hayattan tatmin olabiliyoruz. Hayata karşı olumsuz duygular geliştiriyoruz, kadınları taciz ediyoruz, genç ve yetişmiş insanlarımızı başka ülkelere kaçırıyoruz. Bütün bunları yaşarken de başımıza gelen tüm olumsuzlukların nedenini hep başkalarında arıyoruz. Son 30 yılda kolay yoldan zengin olma hayaliyle en az 4-5 kriz yaşayıp duvara çarpmışken, kalkıp yine aynı şeyleri yapmayı sürdürüyoruz ve her seferinde farklı bir sonuç bekliyoruz.
2019’un kendi hatalarımızla yüzleşeceğimiz, doğru tartışmalar yapabileceğimiz ve gerçekten yeni çözümler üretebileceğimiz bir yıl olmasını diliyorum.