Kendimizi zor duruma sokuyoruz
Dış politikamızda son üç yıldır yaşadığımız hızlı dönüşüm sonucunda Türkiye daha önceki yıllar izlediği istikrarlı dış politikadan giderek uzaklaşıyor. İsrail'in Gazze'ye son saldırısı sırasında Sayın Başbakanımızın azarlamadığı herhangi bir kişi, kurum ve merci kalmadı desek gerçeğin çok uzağına düşmüş olmayız. Birleşmiş Milletler, Birleşik Devletler, Avrupa Birliği ve tek tek başlıca Avrupa ülkeleri, Arap dünyası, diğer Müslüman ülkeler ve bu ülkelerin liderleri, hepsi nasiplerini aldılar.
Son dönem öncesi Türkiye çevresine güven veren, herkesle iyi geçinmeyi, bölgesinde bir barış ve refah çemberi oluşturmayı öngören bir ülke olarak algılanmaya başlamıştı. Az daha, Suriye ile İsrail'i bile barıştırıyorduk. Suriye-İsrail barışına giden yolun İsrail'in Gazze'ye saldırı düzenleyerek İsrail başbakanı Ehud Olmert tarafından kapatılması bir dönüm noktası oldu. Bu olaydan sonra İsrail'le ilişkiler düzeltilemeyecek oranda bozuldu. Mavi Marmara'dan sonra araya bir de kan girdi. Daha sonra Suriye'de olaylar karşısında Esat reform sözleri verip de kendi halkına ateşe devam edince, bu sefer Suriye ile kanlı bıçaklı olduk. Bir takım müstebit Arap ülkeleriyle işbirliği yaparak Suriye'ye demokrasi götürmeğe uğraşıyoruz. Irak hükümeti ile de ilişkilerimiz her geçen gün bozuluyor. Maliki hükümetini beğenmiyoruz, onun değişmesini istiyoruz.
Görünürde, dış politikamızı Sayın Başbakanımız ve Dış İşleri Bakanımız, muhtemelen başkalarına fazla danışma ihtiyacı duymaksızın belirliyor ve icra ediyorlar. Bu süreçte birkaç husus dikkati çekiyor. İlkin, her ikisi de diğer ülke liderleriyle ilişkileri çok kişisel biçimde algılıyor. Gerek İsrail'e gerek Suriye'ye kızgınlıklarında, bu ülke liderlerinin kendilerine verdikleri sözleri tutmamalarının önemli rolü var.
İkinci olarak, diğer ülkelerin dış politika yapımında, Türkiye'de olduğu gibi, liderlerin çok geniş bir hareket alanı olduğunu, dolayısıyla kendi başlarına kolayca karar alıp icra edebileceklerini düşünüyorlar. Ancak, çoğu ülkede siyasal güç dağılmış vaziyette; ayrıca, politika yapımında söz sahibi olan çok sayıda kurum ve kişi var.
Kapsamlı, çok boyutlu ve uzun vadeli değerlendirmeler yapıyorlar. Ulusal çıkarı esas alıyorlar. Biz bunu okuyamıyor, hesaplarımızda yanılgılara düşüyoruz.
Üçüncü olarak, Başbakanımız ve Dış İşleri Bakanımız, doğru veya makul buldukları ama Türkiye'nin bile uygulayabileceği tartışılır politikaları başka ülke liderlerinin izlemesini bekliyorlar. Onlar böyle yapmayınca suçlamaya yöneliyorlar. Özellikle Başbakanımız, serbest üslubuyla, dostlarını bile gücendiriyor. Buna karşılık, bazı kamuoylarında Türkiye'nin çok şeyler yapabileceği izlenimi yaratarak, inandırıcılığımızı zayıflatıp, ülkemize dönük hayat kırıklığının, kızgınlığın temelini atıyorlar.
Son olarak, büyük bir ülkeler koalisyonu oluşturmadan dünya düzenini değiştirmeyi öneriyorlar. Böylece sonuçsuz kalmaya mahkum, bazı ülkeleri kızdıran, ülkemizin uluslararası alandaki konumunu zayıflatan bir yol izliyorlar.
Dış politikamız sorunlu. Kendimizi zor duruma sokuyoruz. Gelecekte düzeltmekte zorluk çekeceğimiz adımlar atıyoruz. Refahımız, güvenliğimiz sarsılabilir, ve kendimizi istemediğimiz çatışmalar içinde bulabiliriz.