Kendimizi sorgulamak…
Ipsos KMG'nın geleneksel hale getirdiği "Türkiye'de yaşam tarzları ve trendler" açıklamasını değerlendirirken , sağduyuyu görüntüye tutsak etmeden ne gibi sonuçlar çıkarabileceğimizi düşündüm. Çok sayıda düşünce insanının paylaştığı bir temel kuramı anımsadım: "...kendisiyle başa çıkmasını öğrenemeyen birey, topluluk ve toplum; diğer sorunlarla asla baş edemez"
Kendimizle baş etmenin yol ve yöntemlerini bilirsek, o zaman "korkunun" bizi yönetmesini ve "duyguların" aklın önüne geçmesini önler; gerçek fiziksel ve zihinsel özgürlüğün bileşenlerinden biri olan "rasyonelliği" öne çıkarabiliriz.
Ipsos KMG CEO'su Vural Çakır ve "yaşam tarzları ve eğilimler" araştırmasının koordinatörü Doç. Dr. Halil Nalçaoğlu açıklamalarında, çalışmanın bir "hipotezi test eden derinlik çalışması" olmadığını, yaygın ve eğilimleri gözlemeye yönelik bir araştırma olduğunu değerlendirmelerimizde hep göz önünde tutmak gerekiyor.
"Yaşam tarzları ve eğilimler" araştırmasından çıkarabildiğimiz yedi dersi şöyle sıralayabiliriz:
Yenilikçi özü öne çıkaralım
Birincisi, toplumumuz "...geleneksel tutumu ağırlıklı olduğu kadar, yenilikçiliğe de açık duran" kendine özgü bir tutum sergiliyor. Kültürün "değerleri" bakımından gelenekçi, kültürün araçlarını kullanma açısından yenilikçi özelliğimizi Prof. Dr. Halil İnalcık da bir makalesinde ayrıntılı biçimde incelemişti. Araştırmanın ulaştığı sonuç ile, İnalcık'ın ulaştığı sonuç bir biriyle örtüşüyor. Biz, bu özelliğimizi iyi yönetebilirsek, ekonomi kültürümüzü, yani belirsizliklere ilişkin tutumlarımızı, liderlik yapma istekliliğini ve ortak yararları hayata taşıma becerisini hızla ilerletebiliriz.
Araştırmanın kendimize ayna tutan ikinci bulgusu, "...toplumun yüzeydeki söylemin yarattığı 'çatışma görüntüsünden' çok daha derinde homojen beklentilere dayalı bir 'birleşme' eğilimi" göstermesidir. Bu eğilim, zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma konusunda ciddi bir ilerleme sağlayabilirsek, söyleme dayalı çatışmacı görüntünün sağduyuyu tutsak edemeyeceğini gösteriyor.
Üçüncü bulgu, reklam kanallarının yaygınlaşması, görsel erişebilirlik alanlarının genişlemesi, reklam ve marka tanıtımlarının yoğunlaşmasına rağmen, özellikle ekonomide tüketimde ağırlığı olan orta sınıfın, "...tanıtım , tavsiye-odaklı , marka ve imaja dayalı satın alma yerine, fiyat-maliyet odaklı satın alma kararları verdiğini" kanıtlıyor. Bu üçüncü bulgu, özellikle "yatırım yönetimi" açısından "girişimcilere" önemli bir "karar parametresi" oluşturuyor. Ciddi bir yatırım fikrinin projelere dönüştürülmesi, projelerin hayata taşınmasında bu eğilimi göz önünde tutmak gerekiyor.
Algıladığım kadarıyla dördüncü önemli eğilim, toplumu yönetmede "güven yaratma" konusunda başarılı olamadığımızı kanıtlıyor: "…toplumumuzun dörtte biri,bir imkan bulunsa başka yere,ülkeye gidebileceğini" söylüyor. "Sosyal güvencem var" diyen yüzde 56'lık bir kesimde bile "...gelecek kaygısı" alabildiğine yüksek.
Ciddi bir siyasi projeye ihtiyaç var
Beşinci eğilim, "...asker-sivil bürokrasisisin rolünde görece gerileme" saptanmasına karşın, örneğin "…sendikaların gücü de artmıyor" .Gerçek demokratlaşmanın güvencesi olan "...sivil inisiyatiflerin yeterince güçlenmediği" ortaya çıkıyor. Bu da, yeni siyasi arayışlarda nasıl bir "proje üretme" ihtiyacımız olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Altıncı eğilim, "...dini muhafazakarlığın kurumsallaşması". Bu eğilim, "inanç özgürlüğü" ile "düşünce özgürlüğü" arasında bir "denge kaçması" yaratırsa, dini muhafazakarlık baskın hale gelirse, yenilikçi-gelişmenin kanallarını daraltabilir.
Saptanan yedinci eğilim ise "...toplumda cinsiyet eşitsizliğinin çok katı yapılanmış olması"dır. Kuşkusuz, toplum enerjisinin yarısını oluşturan kadınının üretim sürecindeki yeri, bu eğilimden etkilenebilir.
Araştırmadan çıkardığımız dersler özetle bunlar. Hep birlikte, farklı açılardan araştırmanın bulduğu "eğilimleri değerlendirmeliyiz" ki, geleceği inşa etmede etkin liderliğin yolları açılsın. Toplum kendine ayna tutarak, insan ve sermaye kaynağını israf etmeden sağlıklı gelişme yaratabilsin...