Kendimizi dev aynasında görmeyelim

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, geçen hafta Hürriyet Gazetesi'nde yayımlanan soru-cevap şeklindeki söyleşide, krizi gerekçe göstererek Türkiye'nin AB'ye iyi ki üye olmadığı yolunda yapılan değerlendirmeleri "kendimizi dev aynasında görmeyelim" sözleriyle yanıtlıyordu. Büyümenin arkasında küresel sermayenin olduğunu, yatırımların nerdeyse yüzde 90'lık bir bölümünün AB'den kaynaklandığını belirten Bakan Bağış'a göre,

Türkiye'nin en büyük ihracat pazarında olup bitenlere karşı kayıtsız kalma lüksü yok. AB ile yürütülen üyelik müzakerelerinin ekonominin yanı sıra demokrasi ve insan hakları gibi alanlarda da ilerlemelerin yolunu açtığını söyleyen Bağış, tam üye olmasak da Türkiye-AB ilişkilerinin gelinen noktada Türkiye'nin dünyayla rekabetinde önemli katkısı olduğu görüşünde. Egemen Bağış'ın tespitlerine tamamen katılıyorum. Bakanı bu yönde açıklama yapmaya itenin ne olduğunu kestirmek güç değil. Son günlerde Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği konusunda yazılan yazılar ve yapılan yorumlarda bir artış olduğu, eminim sizin de gözünüzden kaçmamıştır.

Avrupa ülkelerinde devam eden ekonomik kriz, geçen yılın rekor büyüme oranıyla birleşince,

Türkiye'nin AB'ye ihtiyacının artık kalmadığı yolundaki görüşler sıkça dile getirilmeye

başlandı. New York Times'da yayınlanan yazısında Dan Bilefsky, Avrupa ekonomik krizle

boğuşurken Türkiye'nin yüzünü giderek Doğu'ya çevirdiğini; Avrupa Türkiye'yi reddetmeden Türkiye'nin Avrupa'yı red edebileceğini belirtiyor. Yazar, Avrupa krizi dışında, Arap Baharı'nın da Türkiye'nin bölgesel güç olma yolunda önünü açtığı düşüncesinde. Yazıda bir de Alman Marshall Fonu tarafından yaptırılan bir kamuoyu araştırmasının sonuçlarına yer verilmiş.

2004'de Türklerin yüzde 73'ü tam üyeliği desteklerken, 2010'da bu oranın yüzde 38'e gerilediği belirtiliyor. Kamuoyu anketlerine pek itibar etmem; bunların kitleleri belirli hedeflere yöneltme amacı taşıdığını düşünürüm. Bu anket için de düşüncem farklı değil. Bazı çevrelerin ısrarla Türkiye'nin yüzünü Doğu'ya çevirmeye çalıştığı açık. Türkiye, içten ve dıştan eksen değiştirmeye zorlanıyor. Eksen değiştirdiğimiz yolunda endişeler vaktiyle dile getirildiğinde hükümet kanadı tarafından şiddetle yalanlanmıştı. Ancak gelişmeler, bu endişelerin pek de yersiz olmadığını gösteriyor. AB'yle son zamanlarda yaşanan restleşmenin bize kazandıracağı bir şey yok. Ekonomideki başarıları ne küçümseyelim, ne de abartalım. İki yıl üst üste hızlı büyüdük diye sorunları çözmüş sayılmayız. Bu büyüme hızlarının büyük ölçüde iç talepteki artıştan kaynaklandığını; ekonomide yapısal değişiklikleri gerçekleştirmeden yüksek büyüme hızlarının sürdürülebilir olmadığını unutmamalıyız. İşte bu nedenlerden dolayı Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın, bir zamanlar Türkiye'yi "hasta adam" diye çağıran Avrupa'nın şimdi kendisinin "hasta" olduğu değerlendirmesine pek katılamıyorum. Bakan Çağlayan, Türkiye'nin geldiği noktayı göstermesi açısından krizin çıkmasının iyi olduğunu söylüyor. Başkalarının başarısızlıkları üzerine inşa ettiğimiz başarılarla sorunların üzerini kapatma alışkanlığından vazgeçmemiz şart. Ekonomimizin bu yıl yüzde 8 büyüyeceğini, ihracatımızın 135 milyar doları geçerek rekor kıracağını söylüyoruz, ama bunun bizim dışımızdaki ekonomilerin, özellikle en büyük ticari ortağımız Avrupa ülkelerindeki büyümeden kaynaklandığını görmezden geliyoruz.

***

Görünen o ki, bu defa krize teğet geçemeyeceğiz. Önümüzdeki yıl, bu yıl beklenen yüzde 8 oranındaki büyümenin yarısını yakalarsak ne ala. Ülke olarak ihracat hedeflerini yakalayabilmemiz, dışımızdaki ekonomilerin istikrarlı büyümelerine bağlı. Ama bu da yetmez; nüfus artışı, yatırım-tasarruf dengesi, eğitim ve teknoloji alanlarında da ciddi iyileşmelere ihtiyacımız var. Tasarruf noksanlığının kısa vadede çözümü mümkün görünmediğinden açığın finansmanı açısından doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının önemi artmıştır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının tasarruf ve teknoloji açığını kapatma dışında cari işlemler açığının finansman kalitesini de iyileştireceği açıktır.

***

Kişi başına gayrisafi yurtiçi hasıladaki artış olarak ifade edilen ekonomik büyüme, bir ülkenin ekonomik performansının en önemli göstergelerden biri. Diğer ekonomik sorunların çözülmesi büyük ölçüde büyümenin sürekliliğine bağlı. Son yıllarda büyüme ekonomisi alanında yapılan çalışmalar, büyümenin sadece fiziksel yatırımlara bağlı olmadığını; bunun dışında teknolojik gelişme, eğitim, hukuk ve kurumsal yönetim alanlarında yapılacak iyileşmelerin de büyüme üzerinde etkili olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle, eğitimin önemi büyük. Üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından 2007'de yayınlanan eğitim istatistikleri durumumuzun iyi olmadığını gösteriyor. Satın alma paritesi cinsinden yapılan hesaplamalara göre, kişi başına zorunlu eğitim harcaması itibariyle Türkiye basamağın en sonunda. OECD ortalamasının 8,070 dolar olduğu sıralamada, eğitime en çok harcayan ülke 16,632 dolarla Lüksemburg, en az harcayan ise 1,246 dolarla Türkiye. İflasın eşiğindeki Yunanistan da bile bu rakam 7,000 dolara yaklaşıyor. Ülkelerin uzun dönemde büyüme hızlarıyla eğitim düzeyleri arasında yakın bir ilişki var. İlk on ekonomi arasına gerçekten girmek istiyorsak basamağın ortalarına doğru çıkmamız şart.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016