Kendi gerçeklerimiz

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN [email protected]

Küresel ölçekte yoğunlaşan risklere karşı olabildiğine duyarlı bir dönemden geçiyoruz. Yalnız Yunanistan, Portekiz, İspanya, İrlanda, İtalya güneylileri değil; Fransa'da riskliler grubuna dahil oluyor. Euro'nun geleceği üzerinde oldukça belirsiz senaryolar çiziliyor. Kıta, ekonomik felaketlere sürüklenmekle toparlanmak arasında salınıyor. Yüksek tansiyona bir ek de ABD den bu kez gelmiyor. Bizdeyse heterodoks yaklaşımıyla para politikalarımız önemli işler başarıyor: İlki, faiz lobisine teslim olmamakla; ikincisi, Avrupa'yı doğru tahmin etmekle; üçüncü, 2012'de para girişini çok önceden tahmin etmekle elde ediliyor. Özellikle faiz koridorunun %5.75'e doğru esneyebileceğine işaret ediliyor. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'nın Kasım 2010 senaryoları; karmaşık, zor anlanabilir, hedeften sapmaya açık şeklinde kabul ediliyordu. Scott Baker ve Nicholas Bloom "Politik belirsizliklerdeki düşüş, ABD'nin toparlanmasını baltalıyor" başlıklı yazısındaki 3 kriter; politika belirsizliklerini destekleyen gazete notları (1), vergi hukuku hükümleri (2), ekonomistlerin, piyasa oyuncularının ve kamu otoritelerinin gerçeklerden sapan tahminleri (3) nden oluşuyor. Merkez Bankası'nın o günlerdeki faiz yükseltilmelidir uyarılarına karşı kararlılığıyla, "sıradan bir krizde değiliz ve biz de sıradan yönetmiyoruz" mesajını verdi, çokca ülkeye örnek oldu.

Sıcak paranın küresel ölçekte ulaştığı yüksek hacmi destekleyen "sıfır faiz" FED'in "ucuz para her kapıyı açacak" inancı çerçevesinde gelişti. Emtia, borsa, tahvil piyasalarına "içi boş talepler oluşturdu. ECB, FED'in en yakın takipcisi durumundadır. Enflasyon şimdilik unutuldu. Gündem; resesyon, Euro Birliği'nin dağılmaması gibi çok daha temel önemli başlıklarla meşkuldur. Ne olursa olsun, içinde bulunduğumuz konjonktür kararsızlığı, bilgisizliği, kısa vadeli çözümleri affetmiyor.

Tamamen unuttuğumuz doğal felaketler boyutuna hazırlanmış olmak, aynı zamanda ekonomilerin ne kadar esnek ve ne kadar katı olduklarının birer ölçütüdür. Doğal felaketler, gelişmiş ülkelere gelişmekte olan ülkelerden çok daha az hasar veriyor. Japonya, yaşadığı son deprem felaketinin ardından nasıl da kendini toparladı! Bizde, nüfusun yarısı 15 büyük ilde yaşıyor. Bu illerdeki çarpık kentleşmenin önüne geçilemediği gibi, ülkenin geriye kalan %50'sine de kalıcı bir hizmet de sunulamıyor. Pakistan ve Tayland'ın yaşadığı sel felaketleri büyük maddi hasarlara neden olmuştu. Sadece Tayland'daki hasarda 10 bin fabrika ile 660 bin işgücü etkilemişti. Birden artabilecek işsizlik, tüketici güvenini öylesine sarsacaktır ki, bunun küresel ekonominin geneline durgunluk ihraç etmesi kaçınılmaz olacaktır. Hatırlayalım: 1930'lar Amerika'sı kıtanın o tarihe değin görebildiği en büyük kuraklıklardan birisiyle karşı karşıya kalmıştı. Milyonlarca dekar alan kuraklık nedeniyle atıl bırakılmış, çiftçiler bankalara olan kredi borçlarını ödeyememiş ve Amerikan bankacılık sektörünün çöküşü hızlanmıştı.

Her sektörün gidişatını öylesine kendi halinde bırakılmış ki, turizmimizdeki o devasa kar boyutuna rağmen, yaz aylarında sergilediğimiz güçlü performansı kış aylarına taşıyamadık. Jeotermal enerjimizi, rüzgar gücümüzü, güneşimizi keşfedememiş olmanın bedelini yılda 50-55 milyar dolar enerji faturasıyla ödüyoruz. Dışa aşırı bağımlılığımız, yağan karın toprağımızı suya doyurmasına sevindirmiyor bizi. Çünkü o zaman, doğalgaz stoklarımızda günleri sayar oluyoruz. İyi ki, stoklarımız yok. Stoklarımız olsa; zaten zar zor teknolojiyi takip ederken, tıpkı dış ticaretteki ithalat kolaycılığımız gibi, bir akıbetin ardına gizlenecektik. 2011 cari açık rakamları, 2010 yılına göre 30.4 milyar dolar artışla 77.1 milyar dolar oldu. Açığın finansmanında %16.5'i kaynağı belirsiz para üstlendi. Cari açık; kirlenen sektörler bazına inilmekten, yapısal, hukuksal ve ekonomik nedenleri temizlemekle çözülebilecek ancak. Tabii öncelikle net hata noksan kaleminden başlamak gerekiyor. Çünkü finans yazını, sürekli pozitif ya da sürekli negatif yönlü fark veren net hata noksanlı bir ödemeler dengesinde yöntem hataları aramak lazım demektedir.

Günü kurtaran sevinçlerle mutlu olsak da, uzun vadeli afetlere kırılganlığımız sürüyor. Tıpkı giriş katından ikinci kata çıkmak için asansöre nefes nefese koşarken, onuncu kata çıkacakları beklettiğimiz gibi; cari açığa neden hatalarımızı görmezden gelerek, birçok yapısal reforma da ayak bağı oluyoruz. Sadece iki katı bile yürümekten çekinen, asansörün gereksiz kullanıma bağlı yorgunluğunu ve önemli bir zamanda katlar arasında sıkışıp kalmasına da aldırış etmez. Kendi gerçekleriyle yoğrulan Türkiye, doğal gerçekleriyle yorulmasa bari...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar