Kaynaklar kuruyor, pınarlar akmıyorsa...
Göllerimiz, doğa harikası sulak alanlarımız art arda yok oluyor. İlginçtir; son 50 yılda 2.5 milyon hektar sulak alanın nerede ise yarısından fazlasını kaybetmişiz. Kayıpların nedeni her ne kadar küresel ısınma ve kuraklığın artmasına bağlanıyorsa da, asıl nedenin suyun savruk ve hoyratça tüketlmesinden kaynaklandığının gözardı edilmemesi gerek. Örneklderi ortada... İşte size Sultan Sazlığı, işte Seyfe Gölü...
Seyfe Gölü Mucur'da... Kuşların göç rotasındaki iki göç yolundan birinin üzerinde... Seyfe Gölü göç dönemlerinde 187 kuş türüne ev sahipliği yapıyor, nesli tükenme sürecine giren 27 kuş türünü de bünyesinde barındırıyordu. Ne var ki, Orta Anadolu'nun doğa harikası o güzelim gölü de, maalesef yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Dilerseniz, Seyfe Gölü Ekoloji Derneği Başkanı Ömer Çetiner'e kulak verelim; bakınız neler söylüyor göl hakkında:
“Seyfeyi besleyen üç pınar vardı. Seyfe Pınarı, Horla Pınarı ve Malya Pınarı. Bu pınarlar kurudu. Seyfe beslenemiyor. Göl genelde temmuz ve ağustosta kurumaya başlardı.Temmuzun sarı sıcağında bile bu pınarlardan beslenir, hiç susuz kalmazdı. Oysa üç yıldır tamamen kuruyor. Seyfe, Türkiye'de kuşlar için en önemli dört yerden biri. Bunlar Sultan Sazlığı, Gediz Deltası, Manyas ve Seyfe Gölü Kuş Cennetleri... Seyfe çok önemli bir sulak alan. Ne var ki, önemi yeterinde bilinmiyor.
Gölün en derin yeri 1 metre bile değil. Göl alanı 10 bin 700 hektar. Ancak 'göl aynası' denilen ve ortalama derinliği 50 santim olan alan 5 bin hektar. Aslında en büyük sorun yeraltı suları. Eskiden 20 santimden su çıkardı. Şimdi su 80 metrelerde. Çiftçiler de mutlu değil. Geçimlerini sağlamak için tarım yapmak zorundalar. Yeraltı suları kullanılıyor. Sürekli su alınıyor. Tarımdaki ürün yelpazesinin değiştirilmesi gerek. Çalışmalar var, ancak yeterli değil...”
Durumu tehlikede olan sadece Seyfe Gölü değil başka göller de var tabii. Örneğin, Sultan Sazı Kuş Cenneti yıllar önce pençesine düştüğü o tehlikeden, henüz arınmış sayılmaz. Sultan Sazlığı Milli Parkı kırk yıl öncesine kadar ülkemiz için doğal bir zenginlikti. Angıtıyla turnasıyla flamingosuyla pelikanıyla yüzbinlerce kuşun mevsimler boyu cennete çevirdiği cıvıl cıvıl bir zenginlik... Ne var ki o doyumsuz güzellik, hatalı tarım politikalarının kurbanı olmaktan kurtulamadı. Develi Ovası'nı sulu tarıma açmak hevesiyle, bölgedeki akarsular Ağcaşar ve Kovalı barajlarına yönlendirilince, sazlığı besleyen kaynaklar hepten kurudu. Ovada iklim değişti. Derken; bozulan ekolojik dengeler o alımlı güzelklikleri alıp götürüverdi. Kısacası su seviyesi protokolü delinince, Sarıgöl'de, Camız Gölü'nde, Eğri Göl'de sular çekildi. Yay Gölü kurudu. Sonra kuraklıklar işin tuzu biberi oluverdi. Kuşlar çareyi kaçmakta buldu.
Bilinmesinde yarar var; RAMSAR Sözleşmesi kuşların konaklama ve üreme alanlarının korunmasını öngören bir sözleşme. Bizim de imzamız var o sözleşmenin altında... Yani, göç yolundaki kuşları korumak Türkiye'nin de görevi. Böylesine ciddi bir sorumluluk üstlenmiş olunmasına rağmen, sulak alanlarımızı gereği gibi koruduğumuz söyleyemez.
Bilindiği kadarıyla, kuş cennetine musallat edilen kuraklığı önlemek için ikibinli yılların başında Develi Ovası'nın değişik kesimlerinde kuyular açıldı, kurumaya yüz tutmuş göllere yeraltı suyu pompalandı. Ancak gene de, çölleşmeye çare olunamadı.
Bakanlığa mensup bir yetkili, su seviyesinin düşmesiyle Sultansazlığı'nın tamamen kuruma tehlikesi ile yüz yüze kaldığından söz ederek, “Tehlike, Gıcık Tüneli'nden 2009'dan sonra getirilen su sayesinde giderildi. Basınçlı sulama sistemi kurarak, buradan sazlığa su taşıdık. Suyun gelmesinin ardından hem hayvan, hem bitki, hem de kuş popülasyonunda yaban hayatı yeniden canlandı.” diyor.
Umarım söylendiği gibidir. Bakmışınız, çölleşen cenneti terketmek zorunda kalan kuşlar, yeniden canlandığı söylenen yuvaya dönüş yapmış... Paylaşılması gereken bundan daha güzel bir sevinç olabilir mi?