Kaynaklar kesilirse

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Bugünlerde kaynak kesintisi deyince 2 çok farklı kaynak akla geliyor: Enerji (doğalgaz) kaynağı ve yabancı finansal kaynaklar. 

Kaç zamandır Türkiye’nin uzak görüşlü bir enerji politikası olmadığını dile getiriyorum. En son olarak geçen sene doğalgaz ile ilgili Dünya’daki yazımda (27.11.2014) şunları söylemişim: “Şimdilerde petrolde olduğu gibi spot LNG (tankerlerle taşınabilen likit doğalgaz) piyasasında da ciddi bir fiyat gerilemesi söz konusu. [...] Dünya’da doğalgazda bir bolluk var ve bu durum, yeni teknolojilerin devreye girmesi ile birlikte, giderek de artmaya devam edecek. Türkiye’nin bu durumdan istifade edebilmesi için spot LNG alımlarını hızla ve ciddi miktarda artırabilmesi ve boru hattı alımlarını azaltması veya satıcıları (Rusya, İran) azaltmakla tehdit edebilecek duruma gelmesi gerekiyor. Ancak, senelik LNG dönüşüm kapasitemiz 12 milyar m3 ile sınırlı ve bunun 5.5 milyar m3’ünü zaten uzun vadeli anlaşma yaptığımız Cezayir ve Nijerya’dan aldığımız LNG ile kullanıyoruz.” 

Şimdi ise, bıçak kemiğe dayanınca, sadece bazı palyatif tedbirleri gündeme getirebiliyoruz maalesef. Rusya’nın bugünkü konjonktürde gazı keseceğine hiç ihtimal vermemekle birlikte Irak-Suriye’ye daha fazla müdahil olursak ve bir noktada Rusya ile doğrudan karşı karşıya kalırsak, gazı tabii ki kesecektir. Sakın ola ki, bu durumda İran ve gardaşlarımız Azerbaycan’dan medet umma hatasına düşmeyelim. Hoş, zaten halihazırdaki boru hatlarının kapasitesi nedeniyle Rusya’nın kestiği gazı telafi etme imkanları yok. Ayrıca bu gaz sadece Doğu ve Güneydoğu’ya dağıtılabiliyor. Irak orta vadede bir alternatif olabilir, ancak politik sorunlar çözülse bile, bu gazın tedariği için en az 2-3 sene gerekir. 

Aslında bugünden start verilmek şartıyla 12 ay içerisinde LNG kapasitesini artırmak mümkün. (Hem de belki de Türkiye tersanelerini ve işgücünü kullanarak). FSRU adı verilen LNG taşıma ve gaza dönüştürme tankerleri 300 milyon dolar (bir kara LNG terminalinin yarısı kadar) bir maliyetle üretilebiliyor. Bu tankerlerden 3 tanesi Türkiye’ye senede 18 milyar m3 gaz sağlayabilir. 

İkinci kaynak konusu ise bambaşka. Geçtiğimiz günlerde Başbakan Yrd. Sn. Şimşek gelişmekte olan ülkelerden net 300 milyar doların üzerinde bir para çıkışı yaşanacağını ve bırakın bol sermaye akışını, tersine bir akışla karşı karşıya kalacağımızı ifade etti. Bu seneki ödemeler dengesi hareketleri aslında bu tersine akışın çoktan başlamış olduğunu gösteriyor. Geçen sene 46.5 milyar dolar olan cari açığımızın 20 milyar doları portföy yatırımları, 17 milyar doları ise banka ve özel sektörün temin ettiği yabancı kredilerle finanse edilmişti. Bu senenin ilk 9 ayında ise cari açık 25.5 milyar dolar olurken, portföy yatırımlarından nette 11.6 milyar dolar çıkış gerçekleşti. Yabancı kredi kullanımı ise 11.2 milyar dolar oldu. (Açığın 13.5 milyarı kaynağı belirsiz para, 3.8 milyarı MB rezervleri ve 8.7 milyarı da doğrudan yatırımlarla finanse edildi.) 

Yurtdışından kaynak teminindeki daralma bankaların özellikle döviz kredisi verme imkanlarını azaltıyor. Ancak zaten bankaların kredi/mevduat oranları %118’e ulaşmış vaziyette. Sektör daha fazla yabancı kredi bulsa bile, bunun krediye dönüşmesi bu rasyoyu daha da yükselterek, bilançoları iyice riskli bir hale getirecek. Öte yandan, Türk Lirası krediler için aslında bankalar için bir kısıt da söz konusu değil. Sermaye yeterlilik rasyoları ortalamada halen 15’in üzerinde. Kredi genişlemesine gidebilirler. Belki de asıl sorun bu faiz seviyelerinde ve hüküm süren belirsizlik ortamında, yeteri kadar kredi talebinin olmaması! 

(Bu arada haftabaşında gündeme gelen bankacılık sektörü için yüzde 15 gibi bir evrensel sermaye maliyeti olduğu ve bu nedenle de Türk bankacılığının son dönemde yüzde 10.5’e gerileyen sermaye getirisinin düşük kaldığı savını doğru bulmuyorum. Öncelikle, yüzde 15 fahiş ve ancak oligopolist bir sektörün elde edebileceği bir getiri. (Batı bankaları küresel kriz öncesi böyle getiriler elde ediyorlardı. Sonunu gördük!). İkincisi ise, bu getiri hangi para cinsinden? Herhalde yüzde 8 enfl asyonu olan TL’nin, ve neredeyse yüzde sıfır enfl asyonu olan doların sermaye getirileri de farklı olmalı. Elma ile armut kıyaslaması gibi olmuş.)

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019