Kaynak
Seçim öncesinde ekonomi alanında yapılan tartışmalar arasında en ilginç olanlarından bir tanesi de ‘kaynak’ tartışması. Önce bu tartışmanın olumlu tarafından başlayayım. Şu:
Demek ki Türkiye ekonomisinin makroekonomik istikrarsızlıklarla ve bunların sonuçlarıyla boğuştuğu 1990’lardaki gibi değiliz; “herkes ne veriyorsa ben üstüne şunu vereceğim” denilmiyor. Olmadan vermenin olanaksızlığının anlaşılması anlamına geliyor. Demek ki bir şey verebilmek için bir kaynak olması lazım. Bir bütçe sınırı var ve insanlar bunu anlamış. Bu çerçevede bakınca, ‘kaynak tartışması’ sağlıklı geliyor bana.
Zaten parlamentoda temsil edilmesi beklenen dört partide de bütçe disiplini anlayışının olduğu seçim bildirgelerinden anlaşılıyor. “Bütçe disiplinini bozmayacağız deniliyor”; önemli bir gelişme. 1990’larda yüksek enflasyonla, çok oynak ve 2012-2015 dönemindeki gibi düşük bir büyüme oranı ile yaşadıysak bunun temel nedenlerinden birisi bütçe açıklarıydı, kaynağı olmayan harcama idi, merkez bankasına para bastırılmasıydı. Hem ‘kaynak tartışması’ hem de dört siyasi partinin seçim bildirgesi makro ekonomik istikrarın ne denli önemli olduğunun anlaşıldığını, eski yıllardan ders aldığımızı gösteriyor.
Ancak ‘kaynak tartışmasının’ bir de ‘garip’ bir boyutu var. “Kaynağı nerede?” sorusu daha çok mevcut iktidar partisi tarafından dile getiriliyor. Oysa yıllarca bize ne kadar da ‘parlak’ ve dünyanın on yedinci büyük ekonomisine sahip olduğumuz anlatıldı. “Evet, büyüme oranımız biraz düştü ama Avrupa’ya bakın onlar hiç büyümüyorlar” falan dendi.
Böyle ‘parlak’ bir ekonominin devlet bütçesinde bir manevra alanı (esneklik) olması beklenmez mi?
İktidara gelen her siyasi partinin devlet harcamalarını hep aynı alana yapması beklenemez her halde. Şu ya da bu alana harcama yapmayı tercih edebilir. Önemli olan bütçe disiplinine dikkat etmesi. Biri yol yapacağım der, öteki asgari ücreti artıracağım der, bir diğeri eğitime harcayacağım der. Bırakın ‘parlak’ bir ekonomiyi, ‘normal’ bir ekonomide de bütçede bir esneklik olması gerekir.
Kaldı ki, zaten bütçe statik bir şey değil. Bütçenin gelirleri ağırlıklı olarak vergi gelirlerinden oluşuyor. Büyümenin artması, milli gelirin artması demek. Milli gelirimiz ne kadar çok artıyorsa ondan elde edilen vergi geliri de o kadar artıyor. Büyümeyi arttırıcı bir program tasarlayıp uygulayabiliyorsanız, bir süre sonra bütçede manevra alanınız daha da genişleyecektir. Bu aşamada, özellikle daha ileri boyuttaki seçim vaatleri için sorulması gereken soru, siyasi partilerin büyümeyi ‘kalıcı’ olarak artırıcı önerilerinin olup olmadığı.
‘Kalıcı’ vurgusu önemli. Son üç-dört yılda hukuk sistemi ve demokrasimiz açısından yaşadığımız süreç ve geldiğimiz nokta, ekonomi açısından çok olumsuz sinyaller veriyor. Mesela özel yatırım harcamalarının düşmesinin ve doğrudan yabancı yatırım girişinin baş aşağıya gitmesinin bu süreçten önemli ölçüde etkilendiği anlaşılıyor.
Daha yüksek ve kalıcı bir büyüme yoluna sokabilmek için ekonomimizi, hukuk sistemimizi ve demokrasimizi geliştirmemiz, birkaç sınıf atlatmamız gerekiyor. Öyle görünüyor ki, ekonomi alanındaki en önemli yapısal reform artık bu. Böyle bir reformun parlamentoya girmesi beklenen siyasi partilerin eksiksiz dördünün de seçim bildirgesinde yer alması beklenirdi. Oysa öyle değil; görebildiğim kadarıyla sadece ikisinde ağırlıklı olarak yer alıyor bu vurgu.