"Kaynağı belirsiz paranın peşinde..."
Ocak ayının ilk yarısını, özellikle bu haftayı son derece heyecanlı gelişmelerle tamamlıyoruz. Geçen yıl bu zamanlarda hatırlarsanız, küresel ölçekte yükselen enflasyon-yükselen faizler- yükselen büyüme ile karşılaşacağımızı öngörüyorduk. Hattta 2019-2021 döneminin tamamının bu şekilde devam edeceğinin altı çiziliyordu.
Gelinen durumda önce Türkiye ve bazı ülkeler büyüme konusunda negatif ayrışmaya başladı. Ardından ABD ile ilgili resesyon beklentileri arttı, Çin ekonomisi yavaşlamaya başladı ve AB’nin lokomotif ülkelerinde beklenmedik olumsuzluklar meydana geldi.
Dikkatimi çeken ise şu: Ekonomik bozulma ile siyasi gerilimler arasındaki sebep sonuç ilişkisi artık birbirine karışmış durumda. Hatta bir süre sonra bu karışıklık bir döngü de yaratıyor. Siyasi ve ekonomik sorunlar peş peşe sıralanmaya başlıyor. Trump ve attığı adımların yarattığı ekonomik zararlar, diplomatik karışıklıklar ve yükselen güvensizlik buna en ciddi kanıtı teşkil ediyor.
Tam bu esnada Türkiye’nin yasama-yürütme-yargı bazında bir değişim sürecinde olması zorlanmamıza yol açıyor. Yürütmede taşlar tam olarak oturmadığı için sektörlerin sorunlarını çözmesi için sabır gerekiyor. Diğer taraftan bankacılık gibi konuların daha bir ciddiyetle ele alındığını görüyoruz.
"Finans kesimine büyük iş düşüyor..."
Son 10 yılın büyüme motoru olan inşaat ve konut sektöründeki sert freni rakamsal olarak net şekilde takip edebiliyoruz. Fiyatlarda yükselme olsa da satışlar ciddi şekilde gerilemiş durumda. Yabancıya konut satışlarında ise Iraklılar ilk sıraya yerleşmiş. Özetle gitgide “Doğu’nun güvenli limanı” olmaya doğru ilerliyoruz. Belki de cari işlemler açığını finanse eden “net hata ve noksan” kaleminin bu kadar yüksek olmasının arkasında bu gerçek var. Menşei ve kaynağı belirsiz paranın sahipleri ülkemize gelerek yaşamaya başlayan milyonlarca insan olabilir. Resmi rakamlar 6 milyondan fazla yabancının yaşadığını söylüyor. Kayıt dışı ekonominin, bu insanların geldiği ülkelerde yaygın olduğu biliniyor. Paralarını kanunlara uygun şekilde harcadıkları sürece sorun yok.
Ancak, geldikleri ülkelerin ve bölgelerin çalışma ve iş yapma usullerini Türkiye’ye getirmemelerini önlemek gerekiyor. Mali belgelerin alım-satımlarda geçerli olması için onyıllarca mücadele vermiş olan Türkiye’nin, kayıt dışılığa dönmemesi gerekir.
Bu sebeple ülkemize gelen kişilerin mümkün mertebe finansal sistem yoluyla ellerindeki kaynağı kayıt altına almak gerekiyor diye düşünüyorum. Dolayısıyla başta mevduat, kredi kartı gibi enstrümanlarla kayıt içindeki yaşam için kolaylıklar sağlanması gerekir. Mevzuat bugün kısıtlı gözüküyor.
Belki de bu insanların yoğunlaştığı bölgelere finansal enstrümanların götürülmesi, kredi kartı olmasa da, mevduattaki paralarını banka kartlarından harcamaları için gerekli çalışmalar yapılabilir. “Modern hayat” için imrendirmek, belki de bankacılık kurumlarının güvenilir olduğunu anlatarak başlatılabilir. Kendi ülkelerinde sanıyorum bu konuda ciddi sıkıntılar çekmişlerdir.
Özetle, Türkiye’ye şaşırtıcı şekilde kaynağı belli olmayan şekilde para girişi var. Bunun kaynağının neresi olduğu aşağı yukarı belli. Yabancılar için bazı enstrümanları yaratarak bu kaynağı kalıcı ve tanımlı hale getirebiliriz diye düşünüyorum.
"Diplomatik ısınma başladı..."
Dış siyaset ve ekonomi politikası uzmanlarına danışarak elde ettiğim bilgileri de sizlerle paylaşmak istiyorum. Şu an diplomatik anlamında Türkiye'nin en önemli 3 meselesi bulunmakta. Suriye, Doğu Akdeniz ve Brexit meselesi
Televizyonlardan naklen seyrettiğimiz Brexit oylamasının neticesinde, Gümrük Birliğinin seyri artık kuşkulu hale geldi. Başbakan May, yaşadığı hezimetten sonra güvenoyu alsa da İşçi Partisi'nin erken seçim konusundaki ısrarı devam etmekte. Ufukta erken seçim gözüküyor. İngiltere AB'den çıkamadığı için, AB'deki karar alma mekanizmaları karışmış durumda. Bu konuda Prof. Dr. Çağrı Erhan'ın Türkiye gazetesindeki yazılarını takip etmenizi öneriyorum. Fikirlerin havada uçuştuğu bir dönemde, doğru yolu bulmanıza yardımcı olacaktır.
Bu arada Fransa'daki "sarı yelekliler"in eylemleri, Hollanda’ya sıçramış durumda. Hem Brexit süreci hem de AB ülkelerindeki olumsuz gelişmeler, Türkiye’nin dış ticareti için olumlu sonuç vermeyecek gibi gözüküyor. Uzmanlar bu durumun turizm için negatif anlam taşıdığını söylüyorlar.
Doğu Akdeniz'de sıkıntı bir süreç bizleri bekliyor. Geçen hafta Filistin'in bile katıldığı ama Türkiye'nin davet edilmediği bir zirve yapıldı. Buna misilleme olarak, Türkiye'nin mart ayında Doğu Akdeniz'de planlı tatbikat yapacağı söyleniyor. Türk donanmasının zaten bir kısmı hali hazırda bölgede bulunuyor. Bu gelişme de turizm ve ticaret açısından sıkıntı yaşatabilir.
Heraketın 1. yılında Afrin'de bulunan gazeteci Metehan Demir ile bir görüşme de yaptım. Metehan Demir, bölgenin kontrol altında olduğunu ve diğer ayrıntıları geleneksel soğukkanlı haliyle anlattı. "ABD'nin belirttiği 20 mil (32 km) derinlik belli. Fakat 465 kilometre uzunluğundaki bir bölgeden bahsediyoruz. Buradaki askeri varlığın hacmi, kontrol için yeterli değil. Ayrıca, ABD’nin çekeceği asker sayısı sadece 2200 olduğu için, bu konunun abartılmaması gerekiyor. Bundan başka, Fransızların da bölgede 200 askeri var.
Askeri olmasa da, uçak gemileri ve üslerin yardımıyla Amerika’nın Suriye’ye müdahale hızı 7 dakika civarında."
Söylediklerinden çıkardığın anlam şu: Asker sayısı üzerine yapılan konuşmalar büyük ölçüde bilgi eksikliği içeriyor. Tecrübeli bir askeri uzman olduğu için söylediklerine kulak verdim.
Tüm bunlar olup biterken, Türkiye ne kadar ABD’ye yaklaşırsa Rusya’ya da o kadar yaklaşıyor gibi gözüküyor. Zor bir diplomasi olsa da şu ana kadar çalıştı gibi. Ancak bunun kırılma noktası var elbette. Dikkatli olmak lazım. ABD gibi, Rusya’nın da PKK ve YPG’ye destek verdiği gözüküyor. ABD askerilerinin de öldüğü Münbiç’teki patlamadan sonra Türkiye’ye karşı bir benzerinin yapılacağına dair intibalar ve çekinceler bulunmakta. Ayrıca, Fransa'nın bölgede giderek etkinleşmesi olasılık dahilinde.
Oldukça sıcak bir 3 ay bizi bekliyor diyebilirim.