Kayıt dışı ile kayıtlı sistemin "meydan savaşı" yaklaşıyor

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

 

 
Ülkemizin yakaladığı " 1000 yıllık fırsatı değerlendirmememiz" için "derin gündemin" ilik iki maddesini geçen hafta açıklamaya çalıştık. Bu yazıda gündemin diğer üç maddesiyle ilgili düşündüklerimiz yer alacak: 
Kayıtlı ve kayıt dışı alanın ayrışması. Yıllar önce ünlü İtalyan gazeteci Bokka, Değişen İtalya adlı kitabında " Teknoloji İtalya insanının Akdeniz dalgacılığının boşluklarını aldı; ülke hızla kalkındı" saptamasını yapmıştı. Bugün ülkemiz birçok açıdan "Akdeniz dalgacılığının boşluklarını alma" aşamasına geldi. Bu aşamayı, kayıtlı sistemle, kayıt dışı sistemin meydan savaşı olarak tanımlarsak, abartılı bir değerlendirme yapmış olmayız. 
Yakın gelecekte, ekonomi açısından çok önemli gündem maddesini oluşturacak olan kayıt dışı uygulamaların kayıtlı alana yarattığı "haksız rekabet" karşısındaki tutumumuz, ülke geleceğine ilişkin tutumuzun da aynası olacaktır. 
Gelişmiş ülkelerde bile "kayıt dışı alanın" tümden yok edildiğini söyleyemez. Çağdaş demokrasi, insan hakları, hukuk, adil paylaşım vb. alanlarda en önde gözüken ülkelerde bile devlet örgütlenmesi düzleminde, yurttaşların tutum ve davranışlarında kayıt dışı uygulamalar sıfırlanabilmiş değil. "İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma!" diyen kadim Afrika insanı, insan zaaflarının ortaya çıkardığı olumsuz davranışlar karşısında bizi uyarır. Bizim bu uyarıdan anlamamız gereken, yok edilmesi mümkün olmayan, ama toplum yaranına zarar vermeyecek düzeylere indirilebilen kayıt dışı uygulamaların üzerine gedilmesidir. 
Neden "kayıtlı alan ile kayıt dışı uygulamaların meydan savaşından" söz ediyoruz? Kayıt dışı uygulamaların derin gündemde yer almasının iki değişik gerekçesi var: Öncelikle, son 60 yıldır sürdürülen kalkınma yarışında, işyerleri Anadolu'nun derinliğine doğru yayıldı. Son yıllarda ise, Edirne'den Karsa kadar bütün işyerleri küresel dünyada ayakta kalmanın koşullarını kavradı : Herkes "erişebilir ölçek yaratmanın" ilk adım olduğunu biliyor. İş yeri sahipleri ve girişimciler organik büyüme, şirket satın alma, işbirlikleri ve ortaklıklar kurarak, ülke içinde ve dünya pazarında rekabet edebilir ölçeklere erişmeye çabalıyor. Bu kavrayış işyerlerini "rekabet edebilir teknolojik donanıma sahip olma hedefine" de yöneltiyor. İşyerleri, iş süreçlerini ve işgücü profillerini değiştirme zorunda kalıyor. Belli büyüklüklere erişen işyerleri kayıt dışı kaldıkları zaman işlerine hakim olamayacaklarını yaşayarak öğreniyor. Büyüyen ve piyasada yeni bir konumlama yaratan işyerleri bir yandan kayıtlı sisteme geçerken, öte yandan da alışkanlıkla iş yapma eşiğini aşarak, analizle iş yapma bilincine erişti. Analizle iş yapma bilinci, net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma gerektiriyor. Ülke derinliğine yayılan işletmelerin değinilen farklılaşması, kayıtlı ve kayıt dışı uygulamalar arasında "ayrışmayı" hızlandırıyor. Süreç, ister istemez " yeni çıkar çatışması alanı" yaratıyor. 
Konunun uzmanları "vergi sisteminde" kayıt dışı uygulamaları azaltacak alanın daraldığını, asıl mücadelenin "özel hukuk alanında" yapılacağını ileri sürüyor. Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunu gibi temel yasaların yenilenmesi sistemin kurumlarının etkin işleyişi için yeterli olamıyor. Söz konusu temel yasalarla doğrudan ve dolaylı ilişkili ve iş yaşamın etkileyen bütün alanlarında sistemin bütünlüğünü sağlamak gerekiyor. Hukuk sisteminin etkinleştirmesi reformlarında "bekle gör" algısını hızla "öngörme ve önlem alma disiplinini" öne çıkarma noktasına taşımayı gerektiriyor. Tam da bu aşamada bireylerin, toplulukların ve toplumların entelektüel kapasiteleri ile sistem kurma kapasitelerini artırma ve etkin kullanma önem kazanıyor. 
Kayıtlı işyerleri, kayıt dışı uygulamaların olması gereken sınırlar içinde çekilmesini talep ediyor. Daha önemlisi, kamu yetkililerinin, " kayıt dışı uygulama yapanları şikayet edin" önerisine karşı, gelenekte komşuyu şikayet etmenin olmadığını, ayrıca sorunun bireysel şikayetlerle değil, yasal düzenlemelerle çözülecek yaygınlık ve derinlikte olduğu belirtilerek, bunun siyasi iradenin sorunu olduğunun altı çiziliyor. 
Kayıtlı sistem ile kayıt dışı sistemin meydan savaşının ikinci göstergesi, ülke derinliklerinde işyerlerine eğitimli ikinci kuşağın egemen olması…Birinci kuşak girişimciler genellikle geleneklerin ürettiği insanlardı. İkinci kuşak ise iyi okullarda eğitim görmüş, yurtdışında dil öğrenmiş insanlar. Bu insanlar kayıtla veri oluşturmanın, verileri enformasyona, enformasyonu bilgiye, bilgiyi anlamaya dönüştürmenin değerini, önemini ve anlamını kavrayacak donanıma sahip. Sistemin boşluklarını gören, bu boşluklardan yararlanarak kendilerine haksız rekabet yaratan kayıt dışı kesimden ciddi biçimde rahatsızlar. Rahatsızlıklarını giderek frekansı yükselen bir sesle dile getiriyorlar. 
Bir başka göstergeden daha söz edebiliriz: Ülkenin neresinde olursa olsun bütün iş insanları küresel rekabetin etkilerini derinden hissediyor. Yeni kuşak, rekabetin giderek kızıştığını, fiyatların düştüğünü, kâr marjlarının daraldığını, kalite yaratmanın, hizmet kalitesini artırmanın, dönüştürücü inovasyon uygulamalarının ayakta kalmanın gerek şart haline geldiğini derinliğine kavrıyor. Bu kavrayış, kayıtlı iş yapan insanları, kayıt dışı uygulamaların yarattığı haksızlığa karşı daha net ve örgütlü tavır almaya zorluyor. Daha da önemlisi, kayıt dışı uygulamaların özensizliğinin ülke imajını da yaraladığı, işini ciddi yapanların dış pazarlardaki işlerini zorlaştırdığı da çok net. İhracatın geliştirilmesinin önünde engel olan merdiven altı kayıt dışı üretimin en düşük düzeye indirilmesi talebi, ihracatı geliştirme açısından da haklı bir gerekçeye dayanıyor. 
Türkiye'nin gündeminde henüz medyaya çok yansımamış bir somut örnek verelim: Elektronik devlet yakın gelecekte bütün resmi ilanları bir sitede toplayarak tek merkezde yürütmeye hazırlanıyor. Bu, ülkemizdeki tüm yerel medyanın aldığı resmi ilan kaynağının ortadan kalkacağı anlamına geliyor. Resmi ilan kaynağının kesilmesi durumunda yerel medyada ilginç bir rekabet yapısının oluşacağı düşünülüyor. Yerel medyada az sayıda, ama bugünkü düzeyini bir üst düzeye çıkan kuruluşların gelişeceği tahminini yapılıyor. Bu noktada da bir "ayrışmanın" hızlandığı gözleniyor, 
Neresinden bakılırsa bakılsın, üretimin iç örgütlenmesi, endüstri-devlet ilişkileri ve devletlerarası ilişkilerin yeni yapı, işlev ve kültürü dikkate alındığında, kayıtlı sistem ile kayıtsız sistem arasındaki meydan savaşının kızışacağa benziyor. Bu savaşta, kurunun yanında yaşın yanmaması için yönetimlerin önlem alması gerekiyor. Önlemlerin neler olabileceğini tartışmanın tam zamanıdır. İki nedenle tam zamanıdır: Birincisi, var olan siyasi iktidar bu gelişmeyi iyi okursa ömrünü uzatır. İkincisi, muhalefet bu eğilimi iyi değerlendirir ve güven yaratan model ve proje ile ortaya çıkarsa "alternatif" yaratır…
Toplumumuzun ulaştığı bu yeni kavşakta, geleceği yaratmanın doğru yolunu bulma hepimizin ortak sorumluluğudur. Teknolojinin olanaklarını kullanarak Akdeniz dalgacılığının boşluklarını alan, sistemi kayıt altına almayı hızlandıran bir gündeme sahip çıkılmalı. "Bekle gör" algısını öne çıkararak, işi akışına bırakılmamalı ve "seçmene selam gönderme" popülizmin tuzağına düşülmemeli. Bu tercihlerden ilki, hedeflere zamanında ulaştırır; ikincisi ise masraflı ve israflı yolda ilerlemektir. 
Uyum reformlarında geç kalınıyor. Uzun ömürlü iş yapabilmenin ardında "üstün akıl" ve "üstün güçten" çok "uyum yeteneğinin" bulunduğunu biliyoruz. Doğanının bu gerçeği toplumsal yaşamda da geçerliliğini koruyor. İşleyen kurumlar yaratarak, reform sürecini canlı ve diri tutan, değişmeleri gözetleyerek sapmaları zamanında düzelterek yoluna devam eden kuruluş ve kurumlar , birikim yeteneklerini koruyabiliyor ve uzun dönemli geleceklerini güven altına alıyor. 
Reform açısından toplumumuz, yakın tarihinde iki önemli deneyim yaşadı. Bugün ulaşılan sonucun temellerini söz konusu reformlar attı. Biri, 1980'lı yılların ilk yarısında gerçekleştirilen dışa ve dünyaya açılma reformları. Söz konusu reformlar, ülkemizde uzun yıllar sürdürülen "ithal ikameci anlayışın beslediği korumacılık" uygulamalarına son verilerek, işyerleri rekabetle yüzleştirildi. Korumacı dönemin, "ne üretsen satılır" algısı değişti ; müşterinin kabul edebileceği kalite, maliyet, fiyat ve hizmet önem kazandı. 
Son 30 yılın ilk reform dalgası, işyeri ölçeğinde iş süreçleri ve işgücü profillerini de değiştirdi. Maliyet düşürme projeleri önem kazandı. Rekabet edebilir ürün ve hizmet kalitesi yaratmanın önemi anlaşıldı. Bu anlayış, küreselleşme süreciyle birlikte dünya üretiminin mekan hiyerarşisi değişmesinin yarattığı yeni konumlanma eğilimi nedeniyle ülkemiz için 1000 yılın fırsatlarını yarattı. Üretimi öğrenen insanımız, Balkan Dağları'ndan Baykal Gölü'ne uzanan coğrafyada güçlü bir üretim altyapısının mimarı oldu. 
Daha sonra 2000'lı yıllar krizinde makro ekonomik stabilizasyon sağlamaya dönük kurumlar oluşturan reform dalgası geldi. Bu ikinci reform süreci, yasal görevleri belirlenmiş; yapı, işlev kültürü iyi tanımlanmış kurumlar yarattı. Kurumların işlerliği sermaye piyasasını ve bankalar sistemine ciddi denetim ve gözetim altına aldı. Ödünsüz gözetim ve denetim sürecinin yararlarına son büyük krizde hep birlikte tanıklık ettik. 
Bugün "uyum reformları" ülkemizdeki derin gündemin en önemli maddesi. Üçüncü reform dalgasını güçlendirmeliyiz ve özellikle kayıt dışı uygulamaları katlanabilir sınırlara çekecek vergi sistemi düzenlemeleri ve özel hukuk reformlarını hızla hayata taşımalıyız. Uyum reformları, dışa ve dünyaya açılmada haksız rekabeti önleyen, serbest ve adil piyasa sisteminin temel dayanağı olan hukuk sistemindeki reformları ile anlamlı ve etkili olabilir. Açılan ticari davaları uygun sürelerde sonuçlandıracak ihtisas mahkemeleri gündemin çok temel sorunlarından biri ve dış kaynak çekebilme açısından ülkemiz cazibe merkezi haline getirmenin olmazsa olmazı . Fikri hakların korunması ise diğer hayati önemi olan sorumumuz. İş yaşamında her türlü işlemin az sayıda yetki merkezine bağımlı olması, işlemlerin hızla sonuçlandırılması da ivedilikle işlerlik kazanmalı. 
Uyum reformlarının odaklanması gereken alanlardan biri de yetişkin işgücü arzını artıracak olan eğitim sistemi. Eğitimde özellikle meslek okullarına ilişkin toplumsal algını değiştirecek bir seferberliğe ihtiyaç var… Meslek-odaklı eğitimin çekiciliğini artıran reformlar ivedilikle hayata taşınmalı, ama öncelikle toplumdaki yanlış algının düzeltilmesine özen gösterilmeli. 
Güçlü bir orta sınıf yaratmadan üretimi geliştirme ve verimlilik düzeyini artırabilen toplum yok Orta sınıfı, giderek üretimden çekilen ulus devlet sınırlı biçimde üretebiliyor. Bugünün dünyasında orta sınıf üretebilen önemli güç toplumun "girişimci enerjisi". Uyum reformlarının odaklanması gereken alanlardan biri de, girişimci enerjisinin nicelik ve niteliğini artıracak kanalların açık tutulması. 
Dünyanın kabul ettiği markalar yaratmanın önündeki engellerin de kaldırılması gerekiyor. Küresel gelişme ve teknolojiye kolay erişebilirlik üretimi çok değişik toplumlara yaydığı gibi, kalite homojenliği yaratarak marka ve imaj bağımlılığını artırıyor. Ölçek ekonomisinin erişebilirliği ile küçük ve orta ölçek yapının esneklik ve hızını koordine etme önem kazanıyor. Bu alanda Kore firmaları ilginç örnekler. Bir Samsung 2010 yılında 258 milyar doları bulan cirosuyla Türkiye GSMH'nin 1/3 düzeyinde bir gelir akımı yaratabiliyor. Bu ölçek, bütün dünya pazarlarına girebilmeyi, Ar-Ge için gerekli ekonomik fazlayı ayırabilmeyi, dönüştürücü inovasyonu işin bir parçası haline getirmeyi kolaylaştırıyor. 
Uyum reformları bağlamında çok ciddi reform alanlarından biri de "kentsel yönetim". 
Tarım kesiminde ve imalat kesiminde çalışan insan sayısı azalırken, hizmet kesiminde çalışanlar artıyor. Hizmet kesiminin odağında kentler yer alıyor. Kent işletmesinin verimi ulaşabilirlik ve erişebilirliği kolaylaştırmasına bağlı. Kent içi insan ve malzeme akışları, mal ve hizmet üretiminin nicelik ve niteliğini belirliyor. Kentlerin yeni dünya sistemindeki rekabette hayati önemini kavrayan yönetimler, altyapı yatırımlarından yeni projelere ve kentsel dönüşeme uzanan, katmanları giderek artan ve karmaşıklaşan kentsel yönetime özel önem veriyor. 
Uyum reformlarının temel alanlarından biri de yeni rekabet sistemine uygun mekansal örgütlenme… İstanbul ve Bursa gibi iki önemli üretim kentinin giderek hizmet üretimine kayacağını söylemek bir kehanet değil. İstanbul, Kocaeli, Sakarya ve Bursa'yı kapsayan Doğu Marmara Yayı'nda mevcut üretim tesislerinin durumunu ve yeni iş alanlarının ihtiyacını gözeten bir ana planı hayata taşıyacak düzenlemeler ivedi sorunlarımızın bir diğeri. Bu bölge ile bağlantılı olarak Bilecik- Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar-Ankara ve Konya bağlantılı eksen ile Balıkesir-İzmir-Çandarlı limanı eksenli mekan planlaması yapmayan bir yönetimin söyledikleri boşlukta kalacaktır. Bir başka fiziksel planlama ihtiyacı olan bölge Mersin-Tarsus- Adana- Osmaneli- İskenderun-Antakya- Kahramanmaraş-Gaziantep- Şanlıurfa'yı kapsayan Doğu Akdeniz Havzası Bu bölgelerde hızla sinerjik kümelenme yaracak ihtisas OSB'lerinin kuruluşunu hızlandıracak yasal düzenlemeler ivedilikle hayata taşınmalı. 
Dana önemlisi, felsefesi olan, öncelikleri netleştirilmiş ve zamanın ruhunu kavrayan Teşvik Sistemi'ni orta uzun dönemli gelişmenin en etkin aracı… Teşvik Sistemlerini yeterli ve gerekli bilgiye dayalı, öncelikleri ve hedefleri belli somut projeler üzerinde inşa etmeliyiz. Bugünlerde güncel olan teşvik sistemini hep birlikte tartışmanın; ortak değerlerimiz, ortak irademiz, ortak yararlarımız, ortak projelerimiz ve hepsinden önemlisi ortak kurumlarımızın sürdürülebilir gücüne dayandırmamız gerekiyor. 
Siyasi iradenin reform iştahı. Siyasi iradenin reform iştahı da başlı başına önemli. Sürdürebilir büyüme, siyasi istikrarın izine basarak ilerler, siyasi iradenin reform iştahıyla yelkenine rüzgar doldurur. 
Siyasi iktidarların ilk yıllarında, temel tezlerinde kendilerini kanıtlamak için reform iştahı yüksektir; zaman içinde bu iştahlarını yitirirler. Bizde 10 yıla yakın zamandır tek parti iktidarının yarattığı siyasi istikrar döneminde AB'ye tam üyelik süreci de vesile edilerek hayata taşınan reformların olumlu sonuçlarını hep birlikte gözlemledik. 
AB süreci seviye irtifa kaybedince, siyasi iradenin reform iştahı da azaldı. Şimdi yeni bir vesile yaratmamız gerekiyor. Dünya genelindeki eğilimlerin fırsat ve tehlikeleri ile olanak ve kısıtlarımızı dengeleyen bu modelin projesi somutlaşmış durumda: 2023 yılında Dünya'nın 10'uncu büyük ekonomisi olma hedefi. İlk adımı fiziki düzenlemeler olmalı. Kent işletmesinin akışlarını artıran düzenlemeler kadar, üretim tesislerinin karşılıklı bağımlılıklarında sinerjik kümelenmeyi kolaylaştırıcı "ileri düzeyde gelişmiş altyapı" reformu ivedilikli sorunların başında yer alıyor… Hukuk sistemi reformları… Finans sisteminin derinleşmesi, araçlarının artırılması ve erişebilirliğin kolaylaştırılması gerekiyor. 
Siyasi iradenin reform iştahını yitirmemesi uyum reformlarının gerek şartı… Yeter şartı oluşturan daha bir dizi mikro reformların çok sesli, çok odaklı ve çok kültürlü bir yapı içinde ele alınarak, çoğunluğun zihninde meşrulaştırılan ve destek bulan bir yapının oluşturulması…
Her zaman yaptığımız çağrıyı anımsatalım: Burada aktarılan düşünceleri paylaşmayabilir; yanlış olduklarını düşünebilirsiniz. Bu satırları yazan insanın zihni modelinin varsayımlarına dayalı bir analiz. Zaman içinde varsayımlar değişebilir, bugünkü doğrularımız yanlışa dönüşebilir. Gerçekliğin zihni modele göre değiştiğini bildiğimiz için, bize inanmıyorsanız, karşı gerekçelerinizi yazın ki, kendimize yeni bir rota çizebilelim…
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar