Kayıp seneler birikiyor
Göz açıp kapayıncaya kadar yılın 3’üncü ayına geldik. Son gelen verilerle bu seneye ilişkin ekonomik gidişat biraz daha netleşmiş durumda. Öncelikle, yüzde 4 civarında büyüme gösterdiğimiz 2015 senesi gibi bu senenin de Türkiye ekonomisi açısından kayıp bir sene olmaya mahkum olduğunun altını çizmek gerekiyor. Denilebilir ki, yüzde 4 büyüme benzer ekonomilerle kıyaslandığında, hiç de kötü bir artış oranı değildi, o zaman neden kayıp? Çünkü, elde edilen büyüme temelsiz ve kalitesiz bir büyüme. Özel sektörün yatırım harcamalarının reel olarak artmadığı bir büyümenin kalıcı ve kaliteli bir büyüme olması imkansız. Yatırımlar 2011 yılından beri reel bazda gerileme içerisinde. Ülkede halen hüküm süren şartlar da dikkate alındığında yatırım ortamı konusunda önümüzdeki döneme ilişkin olumlu bir söz sarfetmek de sanırım anlamsız.
Geçen sene olduğu gibi, bu sene de büyüme ağırlıklı tüketim kaynaklı olacak. Özellikle asgari ücret artışı hanehalklarının alım gücü ve tüketimini ivmelendirebilir. Öte yandan, tüketimi ivmelendirmesi beklenen önemli bir enstruman olan tüketici kredilerinde ise sene başından beri dikkat çekici bir yavaşlama var. Hatta, haftalık verilere göre, 19 Şubat itibarıyle tüketici kredilerinin seviyesi 1 Ocak’ın bile gerisinde. Bu durumda kredi faizlerinin yüksek seyretmesinin yanısıra, bankaların da bu kesime kredi açma konusunda eskisi kadar iştahlı olmamalarının da etkisi var.
Son bir senede Merkez Bankası’nın ortalama fonlama faizi 1 puan ve mevduat faizleri de 1.5 puan artarken, kredi faizlerindeki artış 2.5-4.0 puan arasında gerçekleşti. Faiz marjındaki bu artış özel bankaların daralan kredi hacmi ve zayıfl ayan aktif kalitesi karşısında düşen kârlılıklarını korumaya yönelik bir hareket olarak da değerlendirilebilir. (Özel bankaların 19 Şubat itibarıyle toplam TL kredi hacimleri geçen Temmuz ayının bile 3 milyar gerisinde). Buna mukabil, bugünlerde giderek artan bir şekilde kamu bankalarının devreye girdiğine tanık oluyoruz. (Son 6 ayda kamu bankalarının kredilerinde 20 milyara yakın bir artış söz konusu.) Bu noktada, kamu bankalarının serbest rekabet şartlarını bozduğu ve aktif kalitelerinde olası kötüleşmelerin ileride problem yaratabileceği iddia edilebilir. Ancak, eğer özel sektör sisteme yeteri kadar kaynak sağlayamıyorsa, işlerin daha da kötüye gitmemesi adına kamu bankalarının devreye girmesini de doğal karşılamak gerekiyor.
Görüldüğü gibi bu sene kredi yoluyla ekonomiyi ivmeleme imkanları kısıtlı. Bu şartlar altında maliye politikasında (ister istemez) bir gevşeme olması ise kaçınılmaz. Ancak halihazırda bütçe açığının ve de kamu borçluluğu oranının da oldukça düşük seviyelerde olduğunu dikkate aldığımızda, bu Türkiye’nin riskliliğini (olduğundan daha fazla) artıracak bir gelişme olmayacaktır. Ayrıca alınan (çoğu maktu) dolaylı vergiler bazı maliyet düşüşlerinin (örneğin akaryakıt) tüketicilere yansımasını önlemekle birlikte, vergi gelirlerinin düzeyinin de azalmamasını sağlıyor. Dış ticaret ve turizm kanalıyla büyüme konusunda bu sene karşı karşıya olduğumuz handikapları ise hepimiz biliyoruz: Rusya krizi, Orta-Doğu’nun dağılmış hali, terör olayları ve AB’nin bir türlü kalıcı bir büyüme platformuna geçememiş olması. Bu şartlar altında Şubat’ta güven endekslerinin de yeni en düşük seviyelere gerilemiş olması şaşırtıcı olmamalı (ki bu ay güven endekslerine etki eden en önemli unsur olan döviz kurlarının gerilemiş –TL’nin değer kazanmış- olmasına rağmen.)
Bu sene enflasyon açısından da gene kayıp bir sene olacak. Belki sene sonunda enflasyon çift hanenin altında kalacak ama bu kesinlikle başarı hanesine yazılacak bir durum değil. Enfl asyonu kalıcı olarak düşürmek için orta- uzun vadeli enfl asyon beklentilerini düşürmek (ve verim eğrisinin aşağı doğru eğim kazanmasını sağlamak) gerekiyor. Bunun için piyasaların TL’nin bu vadelerde güçlü kalacağına inanması da gerekli. Ancak, bu sene azalmakla birlikte Türkiye aynı zamanda yüksek cari açık veren (yurtdışından net finansman ihtiyacı olan) bir ekonomi. Bu nedenle bu sene gibi küresel fon akımlarının çok dalgalandığı bir senede, faizlerin belirli bir seviyenin üstünde kalması şart. Öte yandan, son dönemde şirketlerin zayıfl ayan mali durumu faizlerin fazla artırılmasına da imkan tanımıyor. (Artması durumunda, bu sefer de batan şirket sayısında artış meydana gelecektir.) Bu şartlar altında MB piyasaları olabilecek en düşük oranlardan fonlamaya çalışıyor. Tabii, bu durumda ne beklentilerde, ne de fiiliyatta enflasyonda anlamlı bir düşüş beklemek de imkansızlaşıyor. Sonuç olarak, bir başka kayıp sene daha bizi bekliyor. Ülke olarak tüm eforumuzu kalkınma konusuna yoğunlaştırmamız gerekirken, gündemin terör, asayiş, Orta-Doğu, başkanlık sistemi gibi konularla işgal edilmiş olması çok yazık.