Kayıp altıncı kural: Akana doğru çekilirsiniz
Kayıp kuralların bir diğeri görebildiğim kadarıyla “akana doğru çekilirsiniz” şeklinde ortaya çıkıyor. Bu kuralı öncekilerden ayıran doğrudan dinamik bir sürece işaret etmesidir ve günlük hayatımızı da önemli ölçüde etkiler. İnsanlar aslında yapıları gereği durağandır. Koşullar kendi varlıklarıyla çelişir hale gelmediği sürece aslında hareket ya da durma eğilimine girmezler, buna “ataletin korunumu” adı verilmektedir. Ataletin korunumu kanunu, kurulu bir masanın örtüsünün hızla çekilmesi durumunda, üzerindeki tabak, bardak her ne ise hiç devrilmeden durmasını sağlar. Aynı şey elbette altınızdan halının çekilmesinde de geçerlidir, burada önemli olan halının ne hızla çekildiğidir. Yeterince seri bir hareket sizin dengenizi kaybetmeden durmanızı sağlar, ama üzerine bastığınız halıyı alır. Ama hareket yeterince seri değilse dengenizi kaybeder ve düşersiniz. Bu kural elbette sosyal olaylar için de geçerlidir, çok hızlı değişimler kimse harekete geçemeden gerçekleşebilir.
Ancak ataletin korunması bu kadar yerleşik iken, doğanın harekete olan ilgisi tahmin edilemeyecek kadar yüksektir. Hareket canlıları kendine cezp eder. Örneğin söz konusu olan suysa, sadece insanlar değil, hayvanlar da suya yaklaşma eğilimindedir. Su tutkusu hayvanlarda gereksinime bağlı olsa da, insanda gereksinimin ötesinde bir cazibe merkezini de oluşturur. Bu akarsuyun seyredilmesiyle başlar, yanında konaklamayla sürer, derken yeni bir yerleşim merkezini oluşturur. O nedenle medeniyetler de su çevresinde gelişir. Doğanın suya olan ilgisi bir yere kadar “gereksinimin karşılanmasıyla” açıklanabilir. Buna karşılık insan yanmakta olan ateş, yağan yağmur ya da kara karşı da büyülenme eğilimindedir. Bu insanın aslında nesneden bağımsız olarak akana çekildiğinin resmidir.
Akana doğru çekilmek genel bir kanundur
Nitekim akana doğru çekilme doğada çok daha ilginç biçimlerde de tezahür eder. Somon balıkları yumurtlayabilmek için akımın tersine doğru yüzerler, bunun nedeni bilinmemektedir. Kuşların ya da balıkların göçleri de hareket yönüne değil, inadına tersinedir. Bundan 200 yıl önce yapılan çalışmalar bile sudaki tek hücreli canlıların elektrik akımına doğru çekildiğini gösterir. Tıpkı ilkokuldaki deneyler gibi, elektrotları suya daldırdığınızda hangi canlının artıya, hangisinin eksiye doğru gittiği bile bellidir. O halde harekete doğru çekilme aslında doğanın genel bir prensibidir.
İnsanın atalete olan eğilimine rağmen harekete doğru çekilmesi kendini sosyal alanda da gösterir. Sokaklar genellikle ıssızdır, ama caddelerin kalabalığı aslında kalabalığın yarattığı hareketle beslenir. Nitekim “facebook, twitter” dalgalanmaları, aslında harekete katılan her yeni kişinin dokunmalarıdır. Üstelik bu çok garip bir durumdur, hareket başladığında onu durdurmaya yönelik her eylem daha çok kabarmasıyla sonuçlanır. Akmakta olan bir derenin bile kabartılmadan engellenmesi imkansızdır. Ne var ki ne kadar güçlü set çekilse bile, hatta akış tamamen de engellense, bu kez potansiyel dolup taşar. İşte bu potansiyel, bir gün kırıldığı zaman önündeki engel, siler, süpürür ve hatta yıkar. Üstelik hareketi engellemek niyetiyle doldurduğunuz onca kaya ve ördüğünüz onca duvar, sadece küçük bir çatlakla bile tuz buz olup dağılırlar. Büyük bir gürültüdür bu, çığ gibidir ve önünde engel tanımaz.
Varlık içinden doğduğu nedene varmak ister
Nedir harekete doğru olan bu çekilmenin nedeni? Bilim bunları açıklamakta elbette zorlanır, hatta hiç denemez bile. Bu belki yaşamın en temel prensibidir, cismin yeniden enerji arayışının bilinç üstü maskesidir. Madem enerji madde olarak yoğunlaştı, aklı hala enerji olduğu zamandan taştı, aynısını arar durur. Üstelik bunu beden de ister, beden varlığını ne yemekle ne içmekle, ancak hareket etmekle besler. Belki de içinden çıktığı varlığa varmaktır isteği, hareketin çıkış noktasına ermektir desteği, arar da arar. Harekete doğru çekilmede besbelli daha derin anlamlar var.