Kaybolan lezzetlerin peşinde…
Mutfağımızı kayıt altına almalıyız... Bu dört sözcüğü kullandığım yazı sayısı kaça ulaşmıştır, hatırlamıyorum. Evlerde eskisi gibi sofralar kurulmadığından tariflerin kuşaktan kuşağa geçmesi de pek mümkün değil artık. Geçenlerse ne yazık ki günümüzün “fast food”a alışmış damaklarına uygun olarak revize ediliyor. Yani esas reçeteler değişiyor, modifiye edilmiş yemekler, orijinal gibi sunuluyor. İşte böyle bir ortamda kaybolmaya yüz tutmuş lezzetlerimizi özgün halleriyle gündeme getiren, onları kayıt altına alan girişimlerin çok önemli olduğuna inanıyorum.
Bu konuda Alaçatılılar da duyarlıklarını gösterdiler ve tüm Türkiye’yi kapsayan “Uluslararası Kaybolan Lezzetler Festivali”ni Haziran ayından itibaren hayata geçirmeye karar verdiler. İlk festivalde İzmir’de lezzet avına çıkıyorlar. Şehrin 30 ilçesini dolaşan bir komite kültür mozaiğini oluşturan yemekleri yerinde tespit ediyor, tarifler birebir yazıya aktarılıyor. İkinci aşamada bu reçeteler uygulanacak, son halleri belgelenecek, medya yoluyla tanıtılacak ve tabii ki kitaba dönüştürülecekler.
Bu lezzetler Alaçatı’da haziran ayınının ilk haftasında (6-8 Haziran) ilkbahar-yaz yemekleri, ekim ayının ikinci haftasında ise sonbahar-kış yemekleri festivallerinde tanıtılacaklar. Sakız ve Girit adaları ile de işbirliği yapılarak benzer kültürler arasındaki alışveriş artırılacak...
Festivalde tespit edilen yemekler arasından seçilen 30 tarif ile bir yemek yarışması da düzenlenecek.
Etkinliklerin ön tanıtımı, Alaçatı’dan ve Sakız Adası’ndan yerel lezzetlerin sunulduğu 3 günlük bir etkinlikle gerçekleştirildi. Taratorlu şevket-i bostan, sardalya mücveri, kımızı biberli ve lorlu zom patlıcan, ciğer silkme, İzmir rulosu, mantarlı mini patatesli karides hoplatma, sütte levrek, pazılı ahtapotlu pilav, koçinisto (bademli tarçınlı et), şevket-i bostanlı; enginarlı terbiyeli kuzu eti, lor dolması, armut revanisi bunların yalnızca küçük bir bölümüydü. Sakız Adası’nda tattığımız otlar ve deniz mahsullerini saysak, yerimiz kalmaz. Bizi karşılayan ve adayı gezdiren, sonrasında Alaçatı’ya tanıtımın ertesi günkü etkinliği için birlikte döndüğümüz Sakızlıların konukseverliği de kayda değerdi.
Yaprak ve Cengiz Uziş’in Kuytu Restaurant’ında Ege’nin lezzetlerini ve Pazar günkü zengin sabah kahvaltısını Yaprak Hanım mutfağa girip kendisi hazırladı; Tuval Restaurant’daki yemeğin aşçısı ise bir süredir Alaçatı’ya “sığınmış” aileden İzmirli olan Gökçen Adar’dı...
Alaçatı’da, altındaki ve kapağının üstündeki kızgın küllerle yemekleri son derece hızlı biçimde pişiren sactan yapılmış ilkel bir fırın olan kapama ile de tanıştım. O tekniğin ilçedeki son uygulayıcısı Nevin Akbaş, bize mükemmel bir ıspanaklı börek ve İzmir köfte pişirdi ki tadı hâlâ damağımda...
Sayılı günler kısaydı, çabuk geçti, kaybolan lezzetler peşindeki yolumuz ise çok uzun...