Kaya Erdem ve ustalıkta şaşan yöneticiler
Bu satırları yazdığım anda Kaya Erdem' in kitabını okumamıştım. Taha Akyol'un televizyon programda anlattıklarını özenle dinledim; notlar aldım. Kendi düşünce dünyamda netleşen genellemelerle Kaya Erdem'in genellemeleri arasında örtüşen ve çelişenleri karşılaştırdım.
Birlikte çalıştığım, uzun söyleşiler yapma fırsatı bulduğum, bir vesile ile herhangi bir ortamda düşüncelerimi aktardığım insanlarla, "Bizde yöneticiler çıraklık dönemlerinde kapsayıcı, kalfalık dönemlerinde uzlaşıcı, ustalık dönemlerini cepheleştirici olurlar" genellemesini paylaşıyorum.
Bilinçle anlayabildiğim gençlik yıllarım Demokrat Parti'nin ikinci dönemine rastladı. Ortaokul son sınıfında radyolarda okunan Vatan Cephesine katılanlar listelerinin ne kadar ilkel olduğunu düşünür; toplumu bir kesimini vatan cephesinde, ötekilerini düşman cephede gösterilmesini sakıncalı bir tutum olarak değerlendirirdim.
Lise yıllarında askerlerin iktidara el koymalarını yaşadım. DP yöneticilerini "hain cephede" gösterenlere katıldım. Tokat'ta Gazi Osman Paşa Lisesi'nin karşısında kırtasiye dükkanı olan Burhan Cahit Büyükispir'le arkadaşım Şükrü Avcı ile birlikte söyleşirken, "Toplumu cephelere ayırmak, bir yönetimin yapabileceği en büyük hatadır. Kendi taraftarlarını artırmak için düşman yaratarak cephe açan hiçbir yönetim, toplum yararı üretmez. Sorgulamadan, yapılanın ne kadar yanlış ve ne kadar doğru olduğunu iyice düşünmeden karşı cephede yer alırsanız, onlardan ne farkınız olur? O zaman toplumu nasıl ilerletiriz?" diye sorunca şaşırmış, ne diyeceğimi bilememiştim.
İdam kararlarının verildiği günlerde Sivas' tan gelen bir askeri konvoyun kentin ana caddesinden geçişini şaşkınlıkla seyretmiş, siyasette dün kahraman olarak alkışlananların bugün hain ilan edilmesine tanıklık etmiştim.
Milliyetçi Cephe kıyımları
Aradan çok zaman geçmedi Süleyman Demirel'in ustalık zamanında Milliyetçi Cephe söylemlerini, insanların ne yapabildikleriyle ilgili olmayan, kimden yana durduklarıyla ilgilenen anlayışın toplumu nasıl gerdiğini yaşadım. Askerlerin yönetime el koyduğu aşamaya gelinceye kadar insanlarımızın birbirini kırmalarının büyük oyun olduğunu, o zaman tam karşıt düşüncedeki arkadaşlarla paylaşıyor; hepimiz "aldatıldığımız" konusunda birleşiyoruz.
Turgut Özal' la ilgili son derece pozitif bir dil kullanan Kaya Erdem'in, iktidar gücünün saptırıcı etkisini nasıl yaşadıklarını net biçimde anlatıyor. Siyasi iradeyi elde etmenin başlangıcındaki uzlaşıcı, paylaşıcı, birleştirici ve kapsayıcı tutumun ustalık aşamasında yok oluşunun öyküsünü birebir yaşamış olmanın netliğiyle aktarması son derece öğreticiydi.
Bugün iktidardaki siyasi iradenin de başlangıçtaki birleştirici tutumundan vazgeçerek, kitleleri ayrıştıran tutum izlediğini çok söyleyen, çok yazan ve anlatan var. Birlikte yaşadığımıza göre başkalarını tanık göstermenin gereği yok, herkes kendi vicdanında kararını vermeli, kendi içlerine yolculuk yaparak, eli boş dönülmeyen yolda yürümelidir.
Aynı eğilimi, çalıştığım kamu ve özel kurumlarda da gözledim. Başlangıçta paylaşımcı, sorgulayıcı ve kapsayıcı olan yöneticilerin bir süre sonra her şeyi bildiklerini sanan, otoriterliğe kayan eğilimlerine pek çok kez tanıklık ettim.Yöneticilerin kendilerini "milat" kabul eden anlayışlarının zararlarını gördüm."Muhalefeti ihanet olarak değerlendirme" eğiliminin ortak enerjiyi israf etmesinin, entelektüel zenginliği yoksulluğa dönüştürmesinin çok sayıda örneklerine tanıklık ettim.
Hep birlikte, bin yılın büyük fırsatlarını da yaşadığımız bu büyük dönüşüm dönemlerinde, yöneticilerin ustalaştıkça daha etkin yönetim yapmaları yerine, gücün cazibesine kapılıp kapsayıcılık yerine ayrıştıran, düşman ve cephe yaratma kolaycılığına kaçan tutumlarını yadırgıyorum.
Gözlemlerime göre eğilimin nedenlerinden biri bizde "güç ilkesi" konusunda toplumsallaşmayı derinleştiren ortamın yaratılamamış, iklimin oluşmamış olmasıdır. Gücü eline geçirenlerin, gücün sınırları üzerinde ciddi biçimde düşünmesi gerekiyor. Gücünün sınırlarını bilmeyen, gücü kullanma zamanını iyi hesaplamayan yöneticiler genellikle hoş olmayan sonuçlar yaşamıştır; güzel bir bitirişten uzaklara düşmüştür.
Asıl önemlisi, gücü kullandıktan sonra, bize nasıl döneceğini hesaplamaktır. Bugünün odağından bakarak gücünü abartan her yönetici "sopa kalkan ilkesinin" nasıl işlediği üzerine kafa yormalıdır. Gücün kullanılış şekli, o güçten hoşnut olmayanları siz kavrasanız da kavramasınız da birleştirir. Sizin sopanıza karşı kalkanlar kaldırılır; gücünüzden rahatsız olanlar gerekli kitle yoğunluğa eriştiğinde, sizi alaşağı edebilir.
Önemli bulduğum ikinci etken, ülkenin insan kaynağından fiziki sermayesine ve yeraltı kaynaklarına ilişkin dinamik bir envantere sahip olmadığımız için yöneticiler yaptıklarını kolaylıkla abartabiliyor. Eksik bilgiler üzerinde düşünce üretme, gelişmemiş toplumların temel özelliğidir. Eksik bilgi üzerine düşünce örgütlendiğinde, güçlünün çevresinde o güçten beslenenlerin "Şeyh uçmaz mürit uçurur" sözünü hayata taşımalarını kolaylaştırır.
Bir yönetici kendini hayatın öz gerçeğinden ne kadar yalıtırsa, o derece hızlı biçimde cepheciliğin tuzaklarına yakalanır. Yirmi yıla yakın zamandır, ülkenin gerçek reformunun bütün alanlarda ciddi bir envanter yapmak olduğunu yazıyorum. Gerçekçi envanterlerimiz elimizin menzili altında olsa, kitlelerde yanlış algılamayı azaltabilir, gücü elinde tutanların kendi konumlarını belirlemede daha gerçekçi tutumları benimsemelerine yardımcı olabiliriz.
Kaya Erdem' in de özenle altını çizdiği gibi, gücü elinde tutanlar "alternatif lider yetiştirilmesi" konusunu da önemsemiyor. Tek tip düşüncenin egemen olduğu ortamlarda, özgür ve özgün düşünceler rahatlıkla tartışılamıyor; alternatif lider yetiştirilmesi de aksıyor.
Bir başka neden bizim "ilke ve sözleşme toplumu" aşamasına geçememiş olmamızdır. Eğer ilke toplumu olsaydık, aramızdaki ilişkileri "sözleşme yapabilme olgunluğuna" eriştirebilseydik, çıraklık döneminde iyi yöneten, ustalık dönemlerinde şaşıran yöneticileri bünyemiz kabul etmezdi.
Kaya Erdem, engin birikimlerini aktarırken, "hukuk sisteminin" belirleyici rolünü de vurguladı. Ayrıca, "açık ve hesap verebilir" olmaktan kaçınmanın sakıncalarına değindi. Özellikle de "adil olma" konusunda toplumda en küçük bir tereddüdün yarattığı sakıncalar üzerinde durdu. İnsanların kim olduklarıyla değil, ne yaptıklarıyla ilgilenme gerektiğini, "koruma ve kayırmanın" toplumsal güveni aşındırıcı etkilerinin altını da özenle çizdi.
Kaya Erdem'in, çalışkan, fikri-takip alışkanlığı yüksek, statükocu olmayan, girişimci, dengeli ve uzlaşıcı lider olarak tanımladığı bir yöneticinin bile, çıraklıkta başarılı olması ve ustalıkta şaşmasını gerçekten çok iyi analiz etmeli, bulgularımızı da kitlelerle paylaşmalıyız.
Sonuç olarak bu ülke hepimizin. Ölümü herkes tadacağına göre, gücümüz de en fazla ölümümüzle sınırlı. O zaman gücü elinde tutanların, " kendine fren koyma ilkesini" neden uygulamadığını olabildiğince tartışalım. Bunun bireysel sorun olmaktan çok, kurumsallaşmış bir eğilim olduğunu düşünerek bir çıkış yolu arayalım.