Katma değeri yüksek insan
Birkaç haftadır katma değeri yüksek bir ekonomiye ihtiyacımız var söylemlerinin ne anlama geldiğini tartışıyoruz. Sağa baktık, sola baktık, az gittik uz gittik dere tepe düz gittik, bir de baktık ki dönüp dolaşıp aynı yere gelmişiz. Meğer katma değeri yüksek işletmeler inovasyon yapan şirketlermiş. Devletler de bu tür işletmelerin sayısını arttırmak, önlerini açmak için başta kaynak desteği olmak üzere çeşitli teşvikleri politikalar adı altında sunuyorlarmış. Buna Türkiye de dahil. Inovasyonu kişiler yaptığına göre şirketlere kaynaklardan biri olan para yardımı değil insan kaynakları yardımı yapacağız. Yani öyle politikalar tasarlayacağız ki bunlar sayesinde inovasyon yapacak kadroları bulacağız (gerekirse ithal edeceğiz) ve / veya yetiştireceğiz, şirketlerimize yerleştireceğiz, odalara kapatıp küfl endirmeyeceğiz kullandıracağız, buluşlarını pazarlara (özellikle dış pazarlara) süreceğiz ve bu işe durmaksızın devam edeceğiz. Bunu hem hizmet hem ürün üretiminin her sektöründe veya ülkenin eğer varsa seçtiği bir strateji çerçevesinde belirlenen öncelikli sektörlerde yapacağız. Bu kadroları nereden bulacağız? 3 Temmuz tarihli yazımda şöyle demişim: İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özellik beraber üretebilme yeteneğidir. İnsanlar beraberce üretme alışkanlığını çok önceleri edindiler. Beraberce üretirken yapılan şey hiç değişmedi. İnsanlar eskiden ne yapıyorlarsa yine aynını yapıyorlar. Alıyorlar, aldıklarına bir şeyler ya ilave ediyorlar veya etmeden satıyorlar. Bu hiç değişmedi, değişmeyecek. Bunu nasıl yaptıkları hep değişti ve değişecek. Yeni görsel nesil bu işbirliklerini bambaşka bir şekilde kuracak. Bireysel değil ‘network’ler’ olarak çalışacak. Sosyal katılım dernekler, siyasi partiler filan aracılığı ile olmayacak. Ticarette üretim, envanter, girdi tedariki hep olacak ama bunun nereden gelip nasıl, nereye gittiği havalarda olacak. Alımlar ve satışlar Web sayfalarından değil Web ‘Network’leri üzerinden olacak. Networkler Web adresleri ve birbirine bağlı cihazlardan oluşacak. Trilyonlarla insan, Web adresi, bilgisayar, TV, telefon, hatta kol saati birbirine bağlanacak. Bu bağlantılar başladı bile. Kaçınızın haberi var bilmiyorum ama 2011 sonunda o kadar site ve cihaz birbirine bağlandı ki IPv4 denilen ve 4.3 milyar adres üreten sistem yetersiz kaldı. Geçen sene sonu sessizce IPv6 devreye girdi. Bu sistem 340 trilyon kere trilyon kere trilyon adres üretebilecek. İnsan, adres ve cihazdan oluşan bu trilyonluk ‘network’leri’ daha küçükten tuşlar, dokunmatiklerle haşır neşir olmuş eller şimdi elinde iPod’ları ile dolaşan çocuklar, bugün benim neslimin neyi nasıl dediklerini anlamakta güçlük çektiğimiz gençler idare edecekler. Daha ucuz donanım, daha küçük ve daha güçlü mikro işlemcilerin geometrik hızla büyüttüğü bilgi sayma gücü, birbirine bağlı ve konuşabilen trilyonlarla cihazın ürettiği veriler ve bu inanılmaz kapsamdaki veriyi bilgiye çevirecek işlemleri yapabilecek yazılımlarla, üretim, tedarik, satış, gümrük, nakliye, bankacılık, sigorta ve ticarette aklınıza hayalinize gelecek her şey ele sığandan duvar boyu çeşitli boyutlarda ekranlarda yapılacak. Çocuklar kendi oyuncaklarını, robotlarını tasarlayıp şimdi kağıda baskı yapan yazıcıların yerine geçecek cihazlarda üretecekler. Bu yeni Dünya’ya bizi taşıyacak nesilleri benim neslim büyüttü ama, neyin nasıl yapılması gerektiğini onların bize öğreteceği hiç aklımıza gelmedi. Bu bazılarımıza hâlâ ağır geliyor. 20 yüzyıl kafasıyla 21. yüzyıla şekil vereceğini sanmak benim neslimin safdilliği. Katma değeri yüksek ekonomiyi bu gençler kuracak. Yeni bir aydın türü geliyor. Bu aydınları ülke çıkarları yönünde kullanabilecek düzeni kurmak esas politika görevidir.
6 Şubat tarihli köşe yazımda da şöyle demişim: Aydın, statükoyu yetersiz bulan ve statükoya alternatif arayıp bulacak bilgi, deneyim ve ihtirasa sahip kişidir. Bazı fi lozofl ar aydının seçenek bulmanın yanı sıra bulduğu seçenekleri tanıtma cesaretini göstermesinin gerektiğini de söylerler. Hemen herkes Türkiye’de bir türlü uluslararası çapta katma değer arttıramadığımızdan (yani inovatif çalışmadığımızdan) şikayetçi olduğuna göre demek ki bizde “Bu iş başka nasıl yapılır diye düşünen aydın insan sıkıntısı” var. Veyahut statüko o kadar güzel ki eski köye yeni icat getirmenin alemi kalmamış. Sermaye açısından demek ki statüko yeteri kadar dönüşüm sağlıyor ki sermayenin katma değer falan umuru değil. Kişiler açısından da durum farklı değil. Katma değeri yüksek üretimle para kazanmak zor iştir. Riskli iştir. Zaman ister, yatırım ister, Bir garantisi yoktur. Katma değeri arttıracağım diye harcayacağınız zaman, para ve emeği yüzde 3.5- yüzde 6 arası bir marjla sürümden kazanacağız pazarlara sürmek daha emin yoldur. Kolay para kazanmak dururken, daha doğrusu parayı kazanmanın kolay yolları varken kim başını belaya sokmak ister? Onun için yıllardır yazılarımda, konferanslarımda devlet politikaları kolay para kazanmayı zor; zor para kazanmayı kolay hale getirecek politikalar üretmelidir derim. Çoğu kez ne dediğim pek anlaşılmaz “Hoca yaldızlı lafl ar ediyor” der geçerler. Daha anlaşılır bir lisanda söylemek gerekirse politikalar katma değeri düşük işleri ödüllendirmeyi bırakıp buradan sağlanacak kaynakları katma değeri yüksek işlere aktarmak üzere hazırlanmalıdır. Böyle yapabilirsek belki gelecek nesiller bilgi ve becerilerini kullanabilecekleri bir ortam bulur, katma değeri yüksek ekonomiyi yaratır ve yabancılaşmadan, düş kırıklığına uğramadan ve yurt dışına nasıl kapağı atsak diye düşünmeden işlerine bakarlar.
Sağlıcakla kalın.