Katma değeri yüksek ihracat III
Geçtiğimiz hafta katma değeri yüksek demek belli bir ürün veya hizmetin üretilmesi ve pazarlanmasında kullanılan kaynaklara diğer kaynakları kullanarak katılan değerin yüksek olması demektir demiştim. Alınan bir ara malın (fiziki kaynak) şirket personelinin (insan gücü kaynakları) bulduğu bir teknolojiyi (knowhow) bu amaçla kurulan tesislerinde (fiziki tesisi ve alt yapı) işleyerek piyasa değeri yüksek bir ürün üretmesi buna bir örnektir. Bir ARGE kurumundan aldığınız know-how’a uygun tesis kurarak (fizik tesis ve alt yapı) piyasa değeri yüksek bir ürün elde ederseniz bu da bir başka örnek olur. Uzun lafın kısası ‘katma değeri yüksek’ kavramından bir veya birkaç kaynağa başka bir veya birkaç kaynağı kullanarak değer katmanız ve piyasalarda yüksek fiyata satmanız kastediliyor. Bunu ihraç pazarlarında yaparsanız katma değeri yüksek ihracat yapmış oluyorsunuz. Yetkili yetkisiz herkes Türk firmalarının bu işte istenildiği kadar başarılı olamadığı konusunda demeçler veriyor, yazılar yazıyor.
Genellikle bir şey olması gerektiği gibi olmuyorsa öyle olamadığı içindir. İşletmecilikte bu durum ya istenilen şeyin bir mantığı ya da olanağı olmamasından doğar. Yani sözüm o ki eğer Türk şirketleri katma değeri yüksek ürün veya hizmet ihraç etmiyorlarsa bu onların bunun nasıl yapılacağını bilmediklerinden veya yapmak istemediklerinden değildir. Ya böyle yapılmasının işletmecilik açısından bir mantığı yoktur ya da şirketlerin çalıştıkları ortam öyle yapılanmıştır ki yapılamıyordur. Her iki halde de bin konferans, bin seminer ve binlerce nutuk atsanız dahi bu durum değişmez. Olmayan şeyin neden olmadığını anlamaz, bu nedenleri ortadan kaldırmazsanız daha çok nutuk atarsınız.
Bu nedenlere bir bakalım. Türkiye’de katma değeri yüksek üretim ve ihracatın işletmecilik açısından bir mantığı var mı? Her zaman söylüyorum. Şirketler sermayeye kâr kazandırmak için kurulurlar. İşletmeciler bunun için göreve getirilirler. İster KİT ister özel şirket olsun bu kural değişmez. Eğer katma değeri yüksek üretim ve ihracat yerine katma değeri düşük üretim ve ihracat yapılıyorsa bu işletmecilerin beceriksiz olduklarını değil onların sermayeyi böyle tatmin edebildiklerini gösterir. Yani tabiri-i amiyane ile katma değeri düşük işlerden yeteri kadar para kazanılıyorsa katma değeri yüksek iş yapmak için uğraşmaya “değmez”.
Türkiye’nin ilk bin ihracatçısının toplam ihracatı yaklaşık 90 milyar dolar civarındadır. Bu toplam ihracatın yüzde 71’i tutarındadır. Doksan milyarlık ihracatın yüzde 85’ini ilk beş yüz firma yapar. 2013 yılında ilk 500 içerisindeki bu firmaların ortalama kârlılığı yüzde 3.41, ikinci 500’de kârlılık oranı 3.06 olarak gerçekleşmiştir. Burada bir çok kişi işletmecilik açısından yüzde 3 kârlılıkla uğraşmaya ‘değmez’ diyebilir. Bu tür düşük kâr oranlarıyla çalışmak değiyor ki senelerdir ilk bin beş aşağı beş yukarı öyle duruyor. Peki bu paralar nasıl kazanılıyor. Kâr edildiğine göre katma değer sıfır değil. Değil ama yüksek de değil. Peki az da olsa hangi kaynağa hangi kaynakla değer katılıyor?
Kuramsal olarak her kaynağa değer katabilirsiniz. Katma değeri yüksek ürün ve hizmet üretmek ve pazarlamak için bir iki koşul gerekir. Değer katacağınız kaynağı veya kaynakları ya sadece siz bulabileceksiniz ya da şu veya bu şekilde başkalarından daha uygun şartlarla elde edeceksiniz. İkincisi, bu kaynağa değer katabilecek bir başka kaynağınız veya kaynaklarınız olacak. Herkesin elde edebileceği nitelik ve nicelikteki kaynağa herkesin eline geçirebileceği vasıfta kaynaklar kullanarak ‘yüksek katma değer’ falan katamazsınız. Yani ya değer katacağınız kaynak veya ona değer katacak diğer kaynaklarda bir üstünlük, bir özelliğiniz olacak.
Bu konuyu haftaya bir kez daha ziyaret edeceğiz. Şimdilik şunu söylemekle yetinelim: Emek (insan gücü ve onların sahip olduğu enformasyon ve knowhow kaynakları) ne kadar ucuzsa katma değeri yüksek ürün üretmek o kadar ‘değmez’ olur. Sözün kısası yüksek katma değeri ‘pahalı’ insan gücü kaynakları sağlar. Sağlıcakla kalın.