Kasaba politikacısı ya da "orta kültür tuzağı"
İlk yazım, Tokat' da Sulusokak' da matbaası olan Necati Diren' in Tozanlı Gazetesi'nde yayımlandı. O sokak, dönemin zenginliğini yansıtan, demirci ve bakırcı esnafının balyozlarına ve çekiçlerine türküler söylettiği,yazmacı esnafının yüreklerin çilesini desenlere yansıttığı yerdi. Türk, Ermeni ve Rum ya da değişik inançtan,ırktan insanların çok kültürlülüğü "insanlık potasında" erittiği,kardeşlik temelli yaşamanın yeriydi. Leon ve Onik ustaları ürettikleri baltalara ve keserlere nasıl su verdiklerini hayranlıkla izlediğim,demirci ustalarının kalfa ve çıraklarını çekiçle koordine etmesini derin bir ilgiyle seyrettiğim anlar zihnimin derinliklerinde parçenlenmiş anılar olarak duruyor.
Yazma eyleminde ikinci gözağrım Sakarya Gazetesi' dir. Eskişehir' de eski Porsuk Oteli' nin, daha sonra belediye binasının bodrumunda Cengiz Tekin, Mehmet Aktop, Feyyaz Arsezen, Hüsnü Aslan ve Önder Baloğlu'nun gazetecilik serüvenleriyle kesişen anılar da dağarcağımda önemli bir yere sahip.
Ahır ömrümde Sakarya' da yazmaya karar verdim. Yeniden yazmaya başladığımda konjontür odaklı, güncel,gazete kültürünü aşmayan yazı yazmayacağımı ilk yazıda açıkladım. Eğilimleri gözeten yazılar yazacağımı, buzdağının görünen yönleri ile değil, derinlikleriyle ilgileneceğim sözünü verdim.Herkesin bildiği, kendini tekrara dayanan kavramlardan türetilen düşünceler yerine, erişebildiğim en uç kavramları paylaşan, az sayıda okuyucunun ilgi alanına giren alanlarda dolaşacağımı belirttim. İddialarımdan biri de, yazıların on yıl sonra bir kitaba konabilecek içerik taşıması idi. Çok tıklanma,çok okunma kaygısı taşımadan; toplumun uzun dönemli ihtiyaçlyarına yönelik yazılara yer vermeliydim.Tepkiler de gecikmedi: "Bir yerel gazete için ağır yazılar değil mi?" diyenler de oldu; "Tutturduğun yolu ve düzeyi koru, sabırla okuyanların her yazıdan bir şey öğendiğine tanıklık ediyorum " diyenler de. Sokakta önümü kesen bir üniversite öğrencisinin," İlk yazılarında ne demek istediğini anlamamıştım, şimdi kullandığın temel kavramları, zihni modelinin varsayımlarını kavradıkça, haftada iki günü hasretle bekliyorum" diyen heyecanlı anlatımının keyifli yanını da yaşadım.
"Siyaset ve VUCA ortamının gerekleri"
Darrell K.Rıgby , Harvard Business Review'de yayımladığı "fiziksel-dijital karma" başlıklı makalesinde ilginç bir saptama yapıyor: "Dünyanın önde gelen bazı strateji uzmanları sürdürülebilir rekabet avantajının öldüğünü ilan etti. Teknoloji artık çok hızlı geliştiği için avantajların hızla kopyalandığını, şirketlerin bir dalgadan ötekine sürekli atlamaları gerektiğini söylüyorlar. Her bir yeni fırsat dalgası öncekinden daha kısa, daha kalabalık ve daha az bağlantılı olsa bile...Bu yaklaşımın sorunu, bir şirketin, kaynaklarını rekabet avantajı ve kazanma şansı olmayan riskli girişimlere yatırırken temel avantajlarını geride bırakabilmesi.Bu ihtimalleri ortadan kaldırnabilmek için ya çok şanslı olmalısınız ya da temel faaliyetlerinizin yeni girişime sunabileceği ya da tam tersi, yeni girişimin temel faaliyetinize katkı sunabileceği bir avantaj bulmalınısız. Bu avantajlar özel müşteri içgörüleri elde etmeyi, belirgin yetkinlikler kazanmayı ve bir rakibin zayıflıklarından fayda sağlamayı kapsayabilir".
Egemen ekonomi ABD'de tartışılan sorunlar, bundan on yıl önce, bizim gibi gelişmekte olan ülkelere geç yansıyabiliyordu.Bugün, Rigby' nın işaret ettiği gibi "hızlı yansıma" ve "hızlı kopyalama" ve "hızlı akıl katma" iş yaşamının temel ögelerinden biri haline geldi. O nedenle bir yerel gazete olsa da Sakarya' da "Siyaset ve VUCA ortamının gerekleri" başlıklı bir yazıya yer verdim. Siyaset yapmayı "zübüklükten" kurtarmanın gereği üzerinde duran bir değerlendirmeydi. VUCA , dalgalanma (volatility) belirsizlik(uncertainty) karmaşa(Complexity) ve muğlaklık(ambiguity) sözcüklerinin İngilizce karşılıklarının baş harfleri...VUCA ortamın izlenmesinin önemini şöyle anlattım : Böyle bir ortamda iş süreçleri ve işgücü profillerinin sürekli değişmesi ihtiyacını siyaset üretimi içselleştirmez,toplumsal tartışmanın odağına yerleştirme becerisini gösteremezse "toplumsal katılımın" yaratacağı ortak akıl ve girişimcilik enerjsinin israf edilme olasılığı yükselir.
Yazıda kasaba kültürü ve kasaba politikacılğını aşmadan çağımızın gelişmelerini okuyamayacağımız genellemesini de yaptım. Ege Cansen köşesinde benim epey zamanadır "kasaba kültürü" kavramı içinde eleştirdiklerimi "orta kültür tuzağı" diye adlandırdı.
Daha önce de anlattım.. 1900'lu yılların hemen başında Gürcistan' a gidip cam konusunda inceleme yapmıştım. Gece tiyatroları dolaşmış, çok sayıda tiyatronunun doluluk oranı karşısında bu küçük, naif kentin kentsel işlevi karşısında şaşırmıştım...Yaklaşık on yıl sonra gece tiyatroları dolaşmış, kapanan tiyatrolar yanında doluluk oranındaki düşüşten tedirgin olmuş büyük insan Guram Galogre' nin evine koşmuş, " Guram ne oluyor; tiyatrolar yok oluyor!" diye şaşkınlığımı anlattığımda, daha sözüm bitmeden işaret parmağını sallıyarak, " Rüştü Bey, Rüştü Bey; unutma kültür paranın izine basarak yürür !" yanıtını vermişti.
Bir tanıdık politikacı , telefonda "kasaba kültürünün türevi olan kasaba politikacısı" kavramına sık gönderme yaptığımı, okurun işini kolaylaştırmak için "kasaba politikacının özelliklerini" açıklamamı istedi.
Kasaba politikacısı dediğimde, hangi özelliklerden söz ettiğimi on ayrı kriterini açıklamaya çalıştım:
Kasaba politikacısının özellikleri
1.Kasaba politikacısının en önemli göstergesi, herhangi bir ilke, kural, standart, kuram, bilgisi olmadan, sadece kulaktan dolma malumatla siyaset yapmaya iman etmiş; o nedenle, dedi-kodu, dedim-dedi düzeyini aşamımış olmaktır.
2.Kasaba politikacılığı, bir güce yamanarak,değer katmayan sadakat, sorgulamayan itaat, tartışmadan alkışlayan dalkavukluktur.
3.Kasaba politikacılığı, farklı olan ve kendinden önde bulunanan değerli insanları karalayarak, çelmeleyerek, pusu kurarak, arkadan vurarak,duello cesareti göstermeden siyaset ortamında dolaşmaktır.
4.Kasaba politikacılığı, insanların kim olduklarına odaklanma, hangi inanca, hangi aşirete, hangi cemaate, ırka, mahalleye, kente,kasabaya munsup olduklarını esas alan ittifaklar üzerinden siyaset yapmaya çabalamaktır, insanların ne yaptıklarını önemsememektir.
5.Kasaba politikacılığı, siyaseti ayırma, gruplşama, çatışma, düşman yaratma üzerinde kurgulayarak, kendi dar çevresi ve dükalıklarıyla sadece makam ve mevki arayışı, kişisel tatmin peşinde olmaktır.
6.Kasaba politikacılğı, fiziki ve entelektüel değer katmadan, ortada görünerek "meydan amirliiği" ile "siyaset üretimini" ayırmayan "şark kurnazlığı"dır.
7.Kasaba politikacılğı, yöre ile ilgili hiçbir proje üretmeden, projeleri kitlelere ulaştırılması için emek ve zaman harcamadan, kitlelerin maddi ve kültürel zenginliğini artırma motivasyonunu yükseltecek işbirlikleri için çabalamadan,kendi çıkarlarından bir kıymık bile ödün vermeden, makam ve mevki sahibi olmanın ilkesiz tutkusudur.
8.Kasaba polikacılığı, "sadece ben bilirim,benden büyüğü yoktur" ego şişirmesi nedeniyle "topraklara ve kurumlara küsülmez" evrensel ilkesini görmezden gelmek; toplumun diğer aktörlerine tepeden bakmak,"sorgulamayan toplumların" yarattığı boşlukları değerlendirme fırsatı yakalamış olmaya aşırı değer yükleyerek, kuruluşlara, kurumlara ve yöreye orta vu uzun dönemde verilen zararı irdelemeyen, "kendine ayna tutmasını" bilmeyen, akıl gözü kapanmış davranışlara sahip olmaktır.
9.Kasaba politikacılığı,en şeffaf ortamlarda, konuyu bilenlerin huzurunda tartışarak düşünceleri arındırmanın etkin aracı olan gönüllü "hesap verme" ilkesinden kaçınmayı şiar edinen erdemsizliktir.
10.Kasaba politikacılığı, kendisini doğrudan veya dolaylı ilgilendiren olay ya da olguların eleştirileri karşısında "açık hesap verme özgüveni" yerine "kulakları sağır eden sessizliğin karanlığına" sığınma kolaycılığı ve ilkelliğidir.
Kasaba politikacıları siyasi yaşamımıza egemense, dalgalanmaların alabildiğine arttığı, belirsizliklerin karar vermeyi güçlüştirdiği, karmaşanın çok etkin işbirlikleri gerektirdiği ve muğlaklıkta ilerlemenin yetkinlikler istediği bu çağda, Daron Acemoğlu' nun altını çizdiği Sanayi Devrimi'ni kaçırmış tipik ülkelerden biri olmamıza bir yenisini ekleriz. Bilgi Toplumu'nun fırsatlarını kaçırarak, bizi sevmeyenlerin, "Türkler fırsat kaçırma fırsatını asla kaçırmaz" sözünü haklı çıkarırız...