Kasaba kültürü ve kasaba politikacısı
Ülkemizin değerlerini ve kaynaklarını etkin kullanarak, insanının yaşamını zenginleştirmesinin önündeki engellerden biri de kasaba kültürünün baskın olmasıdır. Kasaba kültürü, yüzleşme yerine pusu kuran, açık ve kuralına uygun yarışma yerine çelme atan, bende olmayan başkasında da olmasın kıskançlığından beslenir.
Kasaba kültürü ilke ve kurallara dayanmaz, anlık gereksinimlere göre vaziyet alır. Ayrıntı bilgisi özeniyle hayatın öz gerçeğine uygun davranışı önemsemez, yarı-doğruların ve ezberlerin saplantılarından nemalanır.
Kasaba kültürü bir geçiş kültürüdür; ondan türeyen algılar, beklentiler yargılar ve davranışlar kararlı ve kalıcı değildir, gelip geçici heveslere dayanır.
Kasaba kültürü, politikaya bir yere gitmenin, zenginlik üretmenin ve refah yaratmanın aracı olarak algılamaz, "politika rodeo yarışı gibidir; politikada önemli olan bir yere gitmek değil, atın üzerinde durmaktır" anlayışını benimser.
Kasaba kültürünün bir yan ürünü olan kasaba politikası da araştırmaya, belgeye, bilgiye, bilgeliğe, erdeme, ince elemeye ve sık dokumaya özen göstermez,"dünya bir gündür o da bugündür" anlayışının rüzgarlarında savrulur.
Kasaba politikacısının bütün derdi bir sonraki seçimdir; bir sonraki nesillerin sorunlarıyla hiç ilgilenmezler. Kendinden başka hiçbir şeyle ilgili olmadıklarından katılımcılık, paylaşımcılık, uzlaşma, ortak değerler, ortak irade, ortak yararlar, ortak projeler ve ortak kurumlar ilgi alanının kapsamında değildir; yönlendirici tek değeri, pastadan pay kapmak, yağmur yağarken küpünü doldurmaktır.
Ömer Laçiner, Mehmet Gündem' le söyleşisinde doğrudan kasaba politikasından söz etmese de, kasaba politikasının arka planını açıklamaya uygun düşen, "Siyasi sistemin ahlaksızlığı üçüncü derecede kalıyor. Çapsızlık ve sığlık çok daha önemli.. Türkiye'de siyasi hareketin birinci problemi, Tümüyle kendi potansiyeline, tarihine, kültürüne, geleceğine uygun olanlardan zenginleşmiş politik alternatiflerin ortada olmayışı" genellemesine ulaşıyor.(5 Mart 2000)
Kasaba kültürünün çapsızlığı ve sığlığı geçerli olunca, Kürşat Başar'ın saptamasındaki ayrıştıran ve ortak enerjimizi israf eden tutum öne çıkıyor: "Kimsenin kendine benzemeyene tahammül edemediği, herkesi kendine benzeterek rahat etmeye çalışan anlayışımız, bizim ideoloji dediğimiz şey, ancak karşımızdaki düşmanla var oluyor. Farklı düşüncelerle, kesinlikle karşı çıktığımız ideolojilerle düşünce üretme düzeyinde mücadele etmektense kavga etmeyi seçiyoruz. Bize benzemeyenlerle ilgili olarak aklımıza gelen ilk düşünce, onları 'ortadan kaldırmak' oluyor." (Düşmanla Var olmak, Dünya 1 Temmuz 1998)
Kasaba kültürü, birlikte var olma, farklılıktan zenginlik üretme, paylaşarak yüceltme yerine iç ve dış düşmanlar yaratma kolaycılığı peşine takılır. Bir türlü aşamadığımız, arınamadığımız kasaba kültürünün zararlı sonuçlarından birini de Ahmet Altan: "Kim kendini neye düşman olduğunu söylemeden tarif edecek, kim kendini yalnızca düşünceleriyle, yaptıklarıyla,yapmak istedikleriyle ve hayalleriyle anlatabilecek?" sorusuyla gündemimize taşıyor. (Ahmet Altan, Yeni Yüzyıl, 29 Aralık 1999)
Düşman yaratarak suçu başkasının üzerine atma kolaycılığı,bizi bütünü algılamaktan uzaklaştırıyor; önyargıların, yerleşik doğruların, kalıp düşüncelerin, kör inançların ve ezberlerin yol açtığı indirgemeci mantığın tuzağına düşürüyor. Kenan Gürsoy 'un belirttiği gibi, "Türkiye'de aklar ve karalar, iyilerce kötüler daima 'uç' lar diye düşünülür. Benim dilimi konuşmayan, benim üslubumu kullanmayan, benim kavramlarımdan bahsetmeyen, benim insanlarımdan olmayan, adeta olmaması gereken insan olarak düşünülüyor. İnsanlar arasında bir iletişim ve onu kabullenme problemimiz var'" genellemesine, "hayır böyle bir tutumuz yoktur" diyebiliyor muyuz? (Mehmet Gündem'in söyleşisi, Zaman 21.11.1999)
Fatih Altaylı'nın genellemesi de kasaba kültürünün türeyen kasaba politikacısının genel geçer tutumunu anlatıyor: "Bu ülkede, belki de farklı olarak, bir dönem insanların, fikirlerinden, hayat tarzlarından dolayı aşağılandıklarından, hor görüldüklerinden, dışlanıldıklarından yakınanlar bugün gücü ele geçirince ya da gücü ele geçirilmesinin yakan olduğunu hissedince hemen aynı duygularla bir de rövanş hissiyle katlanmış haliyle hareket etmeye kalkıyorlar: Hemen bir dışlama, hemen bir suçlama, hemen bin ayrışma ..." (Fatih Altaylı, Haber Türk, 20.11.2010)
Kasaba kültürü ve kasaba politikacılarının bir başka damarını Kemal Karpat'ın genellemesinden öğreniyoruz: Bazıları, "Türkiye'nin bütün meselelerini, belli bir ideolojiyi tümü ile kabul ederek toptan çözeceğini savunmaktalar. Bunlar,kendi görüşleri dışında her şeyi reddetmeye hazırdırlar.Toptancı bir anlayışları vardır." (Zaman,1-3 Ağustos 1990)
Bilincin temel bileşenlerinden biri çevreyi doğru kavramak ise ikincisi kendimizi anlamaktır. Atilla Yayla, bilinçli olmanın özü olan kendinle baş etme eksikliğinin sakıncasını, "Kendini anlamayan, kendindeki insanı göremeyen ve keşfedemeyen insanın başkalarıyla ilişkiye girmesi, onları duyması, dinlemesi ve anlamaya çalışması -eğer imkansız değilse- çok zordur" diye anlatıyor. (Zaman, Atilla Yayla, 4 Mart 2006). Yayla'nın saptamalarına bir şey eklemek gereksiz ama kasaba kültürünün türevi olan kasaba politikacılarının en önemli özelliği kendi egosunu şişirmek, hayatın merkezine kendini koymak, kendi yanılmazlığına kolayca inanmaktır. Kasaba politikacısını tehlikeli kılan da kendi yanılmazlığına inanmalarıdır; Esiah Berlin'in anlatımı ile bir insanın kendi yanılmazlığına inanmasından daha büyük bir tehlike yoktur.
Mehmet Aydın, siyaset örsünde denemeleri olmuş insanlarımızdan biridir. İnanç sistemleriyle ilgili bilgisi kadar, hayatın özgerçeğine yakın duran disiplini ile de bilinir. Kasaba kültürünün tuzağına düşülmemesi için Aydın'ın "Amaç farklılıkları inkar etmek değil. İddiamız şu: Farklılıklar kadar benzerlikler de önemlidir. Bu benzerlikler kitaplarda, uç konuşmalarımızda yer almıyor. Bu benzerliklerin kültürümüz içinde yedirilmesi lazım" uyarısı yol gösterici olmalıdır. (Milliyet,13.4.2000)
Ayşe Arman, deneyim, bilgi, birikim ve yaşanmışlıkların sentezinden şöyle bir genellemeye ulaşıyor: "Biz derken, tüm Türkiye'yi kastedelim. Yani hiç kimseyi dışlamayan bir dil kullanalım. Türkiye'de bu çok zor. Ben kendimi de uzun zaman bir muhitin elemanı kabul ettim. Dostlarım ve düşmanlarım vardı. Gerçeği anlayana kadar birçok hata yaptım." (Ayşe Arman, Hürriyet Pazar, 21 Temmuz 2013)
Entelektüel birikim ve üretkenliği ile ülkemize çok şey katmış insanlarımızdan biri olan İlhan Tekeli'nin çağrısına kulak vermeliyiz: "Türkiye'de birey düzeyinde kapasiteler, vaziyet alışlar, umutlar gayet hızlı kendinden bekleneni gerçekleştiriyor. Ama buna mukabil bireyler bir araya gelip, toplum için karar verip üretemiyorsa sistemin toplu performansı düşüktür; o da siyasetin performansının düşük olması demek. Toplu tüketim yapılamadığı için özel tüketim alanına hapsediliyor, bir araya gelip bir şey yapamıyorsunuz. STK’ların gelişmesi ve yurttaşların özneleşmesi bunun için önemli."
Kasaba kültürünün aşılması, "kapsayıcı kurum kültürünün rasyonel otoriteye" dönüşmesine bağlı. Başta siyasi örgütlerimiz olmak üzere, sivil inisiyatiflerimiz,medyamız ve toplumun diğer dinamik kesimleri tartışma gündemine, kaynak verimini önemli ölçüde olumsuz yönde etkileyen "kasaba kültürü ve kasaba politikacılığını" taşımalı.