”Karşılıklı-bağımlılık ilişkileri” hızla değişiyor
"İş kuramının" temel bileşenlerinden birinin, "örgütün çevresiyle ilgili varsayımlar" olduğu gerçeğinden yola çıkarak, talep koşullarında ve faktör koşullarında değişmeler önceki iki yazıda kısaca tartışıldı. Bu yazıda, iş çevresinin üçüncü bileşeni olan "karşılıklı-bağımlılık ilişkilerindeki değişmelere" değinilecek.
Karşılıklı-bağımlılık ilişkilerindeki değişmeler üç düzlemde ele alınabilir: Üretimin iç örgütlenmesi, endüstri-devlet ilişkileri ve devletlerarası ilişkiler.
Üretimin iç örgütlenmesi varsayımları değişiyor
Üretimin iç örgütlerinde "evrensel süreç adımları" zaman içinde küçük değişikliklere uğrasa da, temel özelliklerini koruyor. Evrensel iş yapma tarzının ilk adımı, niçin üretim yaptığımızı tanımlamadır. Bir sürecin bileşen ve bağlamlarını kapsayan tanımlama düzeyine ulaştığımızda, işi betimleyebilir ve belirleyebiliriz. İkinci adım, üretimde dönüştüreceğimiz girdilerin neler olduğunu ve nerede bulabileceğimizi saptamadır. Üçüncü adım, girdileri bir ürün ya da hizmete dönüştüreceğimiz bir fiziksel mekan oluşturma, çalışılabilir bir ortam hazırlama. Dördüncüsü, değer yaratma zincirinde aksama olmaması için her şeyin hazır olduğunu kontrol etme. Beşincisi, harekete geçerek görevi yerine getirme. Altıncısı, elde ettiğimiz sonuçlar ile öngördüğümüz arasında sapmaları belirleme. Yedincisi, sapmaları düzelterek, kendini yeniden üretmeyi ve uzun dönemli geleceği güven altına alma mekanizmalarını işletme.
Evrensel süreç adımları "temel sabitlerden" biri olsa da, üretimin iç örgütlenmesini ayrıştıran hızlı değişmelere tanıklık ediyoruz:
Ulaşabilirlik ve erişebilirlik olanakları artıyor.
Bilim ve teknolojik gelişmeler, fiziki alanda ulaşma zamanını kısaltıyor; erişebilirliğin sınırlarını genişletiyor. Zamanın kısalması kadar ulaşabilirlik ve erişebilirlik maliyetleri hızla düşüyor.
İletişim olanakları bir yandan bilgi bombardımanı ile kirlilik yaratırken, öte yandan analitik yeteneklerini geliştirmiş olanlar için ayrıntı bilgisine erişmenin önündeki engelleri kaldırıyor.
Akışlar hızlanıyor: Mal, işgücü, para, simge, ses vb. akışkanlıkları alabildiğine artıyor.
Rakip ve müşteri algısı değişiyor. Herhangi bir elektronik araçla erişebildiğimiz her yerdeki üreticiler "potansiyel rakip", tüketiciler de "potansiyel müşteri" haline geliyor.
Bilgilenmede başta devlet olmak üzere, üniversiteler, dini kurumlar, büyük şirketler hatta ailede bile bağımsızlaşma hızlanıyor.
Girdi veren-girdi alan sektörlerin bağımlılıkları farklılaşıyor. On yıl önce aylık stoklardan söz edilirken, girdi alan ve girdi veren sektör arasında envanter ömürleri günlük hatta saat düzeylerine iniyor. Fiziki mal akışları ilişkilerinin değişmesi, şirketler arasında bağlantıları bağımlılık haline getiriyor. Bu yeni yapı, lojistik hizmetlerinin önemini artırıyor.
Tüketicinin "ürünün geliştirilme" aşamasından başlayarak değer yaratmanın bütün alanlarında katılımı taban genişletiyor. "Tüketici demokratikleşmesi" hız kazanıyor. Üreticiler arasında karşılıklı-bağımlılık ilişkileri de somut girdilerden entelektüel girdilere doğru genişliyor.
Medya ekonomisi genişlerken, yazılım protokollerinin geliştirme maliyetinden sonra her kullanım için marjinal maliyetinin çok düşük düzeyde kalması ile reel ekonominin "kıtlık ilkesi" sınırlarını birlikte ele almamız gerekiyor. Ekonomilerin, aşırı ve noksan değerlendirmeden kaçınma ilkesine uymayan ve "denge" tutturamayan beklenti yaratılmasına ilişkin direnebilme sınırları giderek daralıyor.
Bağlantı kurmak yetmiyor, işbirliği yapmak gerekiyor. İşbirliği kültürü olmayan toplumlar üretkenlik yaratma yarışında geride kalıyor.
Tek yönlü iletişim çift yönlü iletişime dönüşmesi vb. daha onlarca oluşum karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin varsayımlarını sürekli sorgulamayı gerektiriyor; gelişme ancak sürekli kendini yeniden üreten mekanizmaları diri tutarsanız mümkün oluyor.
Endüstri-devlet ilişkileri değişiyor
Karşılıklı-bağımlılık ilişkileri üretimin iç örgütlenmesinde olduğu gibi, endüstri-devlet ilişkilerinde de değişiyor.
Ulus devlet değerleri, beklentileri ve davranışları farklılaşıyor. Sosyal devlet anlayışı sorgulanıyor; devletin bazı temel görevleri dışında piyasa görevi almaması anlayışı güç kazanıyor; karşı akımlar da kendini gösteriyor.
Teşvik sistemlerinin rekabette şans eşitliğini bozan uygulamalardan uzak durması isteniyor.
Kriz dönemlerinde ayakları üzerinde duramayan ekonomiler, devletin işe karışmasını, gerekli düzenlemeleri yapmasını talep ediyor. Devletin işlevlerini daraltılmasına ilişkin yaygın kabul gören kuramsal çerçeve olmadığı için yaklaşımlar ve uygumlalar bir uçtan diğerine salınıyor ve tutarlılıktan uzaklaşıyor.
Kurumlar devletten bağımsızlaşması, açgözlülük ve sorumsuzluk, kibir ve üstünlük inancı gibi insanı zaaflar öne çıktığında, ulusal ve uluslararası düzlemde yönlendirici kurumların yaratılması tartışmaları da yoğunlaşıyor.
İthal ikameci politikalar terk edilerek, dışa ve dünyaya açılma konusunda yeni yaklaşımlar ortaya çıkıyor.
Uluslararası kurumların gelişmesi, gözetim ve denetimde etkili olmaları "ulusal egemenlik" kavramı yeni bir anlayışla ele almayı gerektiriyor.
Devletin "korumacılığı" ve "özendiriciliği" stratejilerinde "ince ayar ustalığına" ihtiyaç artıyor.
Teşvik sistemlerinin tasarlanması, işleyen kurumlar yaratma ve kalkınmanın hızlandırılması arasındaki sıkı bağ, çok usta stratejileri, onları bütünleyen taktikleri zenginleştirmeyi ve tutarlı operasyonlarla pekiştirmeyi gerektiriyor.
Devletlerarası ilişkiler
Değişiyor
Klasik devlet diplomasisi gerilirken, iş kurumları arasındaki diplomasi ağırlık kazanıyor. Çok odaklı üretim aşamasına geçen şirketler, yatırım ve üretim yaptıkları şirketlerin uluslararası ilişkilerini etkiliyor. Bir yatırım planlaması yaparken, olası politik riskleri analiz etme tam da belirtilen hususları dikkate almayı gerektiriyor.
Sermayenin mekanda yayılması, fırsat bulduğu yerde yatırım yapması, çok odaklı üretim yanında çok kültürlü yönetim gerektiriyor. Çok yakından bilmediğimiz kültürleri anlama ve ona göre ilişki düzenleme aşamasına hızla geçiyoruz.
Devletlerin kaba ve yumuşak güç kullanmanın yöntemleri değişiyor.
Krizlerin bulaşıcı etkisi ve ortak kurumlara dayalı "öngörme ve önlem alma" ihtiyacı, devletlerarası ilişkilerde karar ve kurumlar için yeni bir zemin oluşturuyor.
Kurumların oluşumuna tasarım aşamasında katılma ve güçleri kontrol etme ilişkileri, fiziki kaynaklar, insan kaynağı ve teknolojiyi yönlendiren odaklarla yer alabilmenin gerek şartı haline geliyor.
Kısa bir yazı çerçevesine sığdırabilmek için telgraf usulü anlatımda karşılıklı bağımlılık ilişkilerine üç düzlemde kısa değinmeler yaptık.
Betimlemeyen belirleyemez
İnsanlık tohumun toprağa atılması ile ilk büyük devrime tanıklık etti. Düşük basınçlı buharlı makine tekstil tezgahlarına bağlanınca ikinci devrim yaşandı, adına Sanayi Devrimi dendi. Yaklaşık 40 yıl önce petrol krizi sonrasında üretkenlik artırma ihtiyacı bilim ve teknolojinin önünü açınca, insanın zihin gücünün sınırlarını genişleten bilgisayar teknolojisi Sanayi Toplumu aşamasının da geride bırakılmasını sağladı. Hızla Bilgi Toplumu aşamasına geçildi. Bugün, tarım ve imalat kesiminde çalışanların sayısı görece azalırken, bilgi ve iletişim alanında çalışanların sayısı hızla artıyor. Çalışanlar ağırlıklı olarak geçimini bilgi, iletişim ve hizmet alanlarından sağlıyor.
Değişmeleri doğru okumanın yolu, eğilimleri yakından gözlemdir: Önce, dünya genelinde ekonominin güç merkezindeki değişmeleri iyi bilmeliyiz. İkincisi, kentleşmenin hızlanmasının olası etkileri hakkında net bilgi ve fikre sahip olmalıyız. Üçüncüsü, teknolojiye kolay erişebilirliğin nüfusu kalabalık ülkelerde yarattığı ekonomik büyümenin dinamiklerini yakından izlemeliyiz. Dördüncüsü, iletişimin kolaylaşması ve ucuzlaması yanında, erişebilirlik olanaklarının artmasının yarattığı orta sınıfın yükselmesinin tüketici değer, beklenti ve davranışlarını değiştirmesinin yönünü ve hızını kavramalıyız. Beşincisi, dönüştürücü inovasyonun rekabetin özüne yerleştiğinin bilincinde olmalıyız. Altıncısı, karşılıklı-bağımlılıkların artması işbirliğini ihtiyacını artırıyor; işbirliğinin yaygınlığını ve yoğunluğunu artırmadan rekabet yarışında yaratmak istenen sonuca ulaşamayacağımızı kavramalıyız. Yedincisi, sınırlı şeffaflıktan sınırsız şeffaflığa geçişi sağlanmasının karşılıklı-bağımlılıklarda yarattığı yeni oluşumların vb. farkında olmalıyız.
Eğer, genel eğilimlerin, kendi iş örgütümüzün nasıl etkilediğine ilişkin bilgimiz, bilgiye dayanan fikrimiz yoksa, olup bitenleri betimleyemiyorsak, yaratmak istediğimiz sonucu da belirleyemeyiz.