Karşılık artışları kredileri henüz yavaşlatmadı!
Salı günü açıklanan Aralık ayı üretim rakamları zaten yüksek olan piyasa beklentilerinin de üzerinde geldi. Daha önceki aylarda üretim rakamlarının yüksek gelmesi çok da şaşırtıcı değildi çünkü bu durumda baz etkisinin de önemli bir payı vardı. (Örneğin 2009 Kasım'ında üretim %3 oranında azalmıştı. Bu nedenle 2010 Kasım'ında üretim artışının %9.4 olması beklenen bir gelişmeydi. Ancak 2009 Aralık ayındaki %23.9 gibi çok yüksek oranlı bir büyümeye karşın 2010 Aralık'ında da üretim artışının %16.9 olması ve sanayi üretim endeksinin 136.4 ile rekor seviyeye yükselmiş olması ekonominin tahminlerin çok üzerinde ısındığını göstermekte.) Öte yandan, her ne kadar Ocak ayı manşet enflasyonu beklendiği gibi düşük çıktıysa da, gerek ÜFE, gerekse de çekirdek enflasyondaki hareketler, 3. aydan sonra TÜFE'nin tekrar artış trendine gireceğinin işaretini vermekte. Bu gelişmeler ışığında Merkez'in Şubat ayındaki toplantısında son bir senedir neredeyse her ay tekrarladığı "İç talepteki güçlü artışın desteğiyle iktisadi faaliyet toparlanmaya devam etmekte, buna karşılık dış talebin zayıf seyri nedeniyle imalat sanayinde kapasite kullanımı kriz öncesi seviyelerin altında seyretmektedir. İstihdam koşullarındaki iyileşme sürmekle beraber işsizlik oranları halen yüksek seviyelerde bulunmaktadır. Dolayısıyla, toplam talep koşulları enflasyon üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluşturmamaktadır." şeklindeki görüşünü terk etmesinin kesinleştiğini söyleyebiliriz.
Son gelen üretim rakamları ile birlikte piyasada zorunlu karşılıklarda üçüncü tur artışın da olabileceği konuşulmaya başlandı. Bilindiği gibi karşılıklardaki ilk tur artış Aralık ayı toplantısında gerçekleşmiş ve Merkez bu artışla piyasadan 7.6 milyar TL çekmeyi hedeflemişti. Ocak'ta gerçekleştirilen 2. turda ise piyasadan çekilmesi hedeflenen para 9.8 milyar TL olmuştu. İkinci artışın sonuçlarını parasal göstergelerden takip etmek için henüz vakit erken. Ancak ilk tur artışların kredi artışını azaltıcı etkilerinin son kredi rakamlarında görmemiz gerekiyor(du)! Ancak açıkçası geçen süre içerisinde değil azalış, kredilerde bir hızlanma olduğunu bile söylemek mümkün. Şöyle ki, karşılık kararının alındığı 17 Aralık'tan Ocak ayının sonuna kadar geçen 6 haftada bankaların mali kesim dışına verdikleri toplam kredilerdeki artış %3'ün üzerinde. Son bir yıllık değişime baktığımızda da kredi artışının 17 Aralık itibarıyle %17, 28 Ocak itibarıyle ise %18.2 olduğunu görüyoruz. Kısacası, kredilerde bir yavaşlamadan değil, aksine bir ivmelenmeden söz etmek mümkün.
Bankaların zorunlu karşılık artışları karşısında (kârdan) zarar edecekleri açık. Örneğin, iki karşılık artışında 18.4 milyar TL kadar azalması beklenen kaynak nedeniyle bankalar yaklaşık olarak 1.5-2 milyar TL kadar zarar edecekler. Gerek bu zararı kısmen karşılamak, gerekse de iyice kızışan rekabet ortamında piyasa payı kaybetmemek için bankaların kredilere daha da ağırlık vermesi şart. Bunun için azalan TL kaynaklarını artırmaları gerekiyor ve temel olarak yapabilecekleri iki şey var: Tahvil portföylerini azaltmak ve repo piyasasından borçlanmayı artırmak. Nitekim, son 6 haftada bu yönde belirgin bir trend oluşmuş durumda. Bu dönemde bankaların toplam tahvil portföyü 3 milyar TL kadar azalırken, Merkez Bankası ve İMKB repo piyasasından sağlanan kaynakların ortalamasında da artış gözlemleniyor. Ancak bu şekilde yaratılacak kaynakların belli bir sınırı var. Nitekim, sene başında %7'nin altına gerilemiş olan gösterge tahvil faizi de satışlara bağlı olarak %8.5'in üzerine gelmiş durumda. (Politika faizlerini düşürerek yabancıları kışkışlamaya çalışırken, yükselen faizler nedeniyle bu sefer tahvile önemli miktarda yabancı girişi görmek şaşırtıcı olmayacak. Sonuçta tahvil yatırımlarının da oldukça "sıcak bir para" olduğunu unutmamak lazım.)
Önümüzde yüksek zorunlu karşılık uygulayan iki ülke örneği var: %20 zorunlu karşılık uygulayan Çin ve %19.5 karşılık uygulayan Brezilya. Ancak, yakından bakıldığında bu iki ülkenin de para politikalarının aslında bizim Merkez Bankası'nın politikasından oldukça ayrıştığı görülmekte. Brezilya yüksek zorunlu karşılık uygularken, bizden farklı olarak yabancı yatırımları vergilendirmekte ve politika faizlerini de reel bazda çok yüksek tutmakta (Buna rağmen Brezilya'nın büyüme hızı %7.5'i geçmiş durumda.) Çin ise yükselen enflasyona rağmen politika faizlerini göreceli olarak düşük tutmaya devam ediyor. Ancak Çin'in nihayetinde hala bir "emir" (command) ekonomisi olduğunu ve kredi artışlarını bankalara "komut" vererek durdurabileceğini unutmamak gerekiyor.
Son bir yorumum da bitmez tükenmez not artırımı beklentileriyle ilgili olacak. Derecelendirme kuruluşlarının ülke risklerini takip etme bakımından hiç bir işe yaramadıkları, son derece yavaş hareket ettikleri ve yaşanan küresel krizde çok ciddi payları oldukları, son dönemde CDS spread'lerinin ülke risklerini çok daha iyi yansıtmakta olduğu, bütün bunların hepsi gerçek. Ancak, Türkiye ekonomisinin bugün neredeyse motorunun su kaynatacak kadar ısınmış olduğunu ve Cuma günü açıklanacak olan cari açık rakamının da son derece yüksek boyutta olacağını (benim tahminim 8 milyar dolara yakın bir aylık cari açık) dikkate aldığımızda, bu şartlar altında derecelendirme kuruluşlarının Türkiye'nin ülke notunu artırmaları durumunda zaten iki paralık olmuş olan itibarlarını daha da riske atmış olacaklarını söyleyebiliriz.