Karışıklık demişken; Çin, dünya ve Türkiye
Şanghay borsasında haziran ayı içinde üç haftaya yayılan yüzde 27’lik kaybın ardından Çin Hükümeti endeksi ayakta tutmak için çok sayıda tedbir almıştı. Çin borsası Çin ekonomisine oranla hâlâ nisbeten küçük bir kapitalizasyona sahip olsa da hükümet ve halkın gözünde yüksek frekanslı önemli bir gösterge. Bir nevi bizdeki kurlar gibi.
Geçen hafta dünya piyasalarının ana konusu da Şanghay borsasının çökmesiydi. Haftanın ilk dört gününde yüzde 12’lere ulaşan kayıplar yaşadı Çin. Ardından haftanın son günü güçlü toparlanma geldi.
Bu hafta dalgalanma devam edecek gibi gözüküyor. Ancak Çin’de hükümetin güçlü desteği devam edeceği için Şanghay borsası haftayı kayıp değil geçen hafta başındaki 3 bin 300’lü seviyelerin üzerinde kapayabilir.
Bu durum Çin’deki temel problemlerin hallolduğu manasına gelmeyecek. Muhtemelen bundan dolayı da artık eylül ayında Fed’in faiz artırım olasılığı artık tamamen rafa kalktı. Buna karşılık Fed’in bu yılın son çeyreğinde küçük bir faiz artırımı yapması da kesin gibi; bunda Fed’in önceki söylemlerinin sonucunda oluşan beklentiler sebebiyle bir reputasyon kaybına uğramama isteği rol oynayabilir.
Ancak, geçen hafta bahsettiğimiz gibi, artırımları başlatacak olan bu artırım ABD ekonomisi açısından bir hata olacak gibi gözüküyor.
Sık sık karşılaştığım soru Fed (ilk) artırımının bizi ne kadar etkileyeceği. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ABD’de artırımın gelmesi piyasaları etkileyecek. Ancak bazı faktörler bu etkinin önemli boyutta olmayacağını düşündürtüyor bana. Öncelikle, piyasalar bu artırımları büyük ölçüde satın aldı. İkinci olarak, Türkiye de dahil olmak üzere yükselen piyasa ekonomileri paralarındaki aşırı değerin büyük ölçüde ortadan kalkmış olması olumlu bir sigorta niteliği taşıyor. Üçüncü olarak, cari açık benim gibi düşünenler için hâlâ yüksek olsa da hem enerji fiyatları hem de yavaşlayan ekonomi sebebiyle önceki yıllara göre çok daha düşük. Bu da tabii olarak dış finansman ihtiyacını ve bağımlılığını azaltıyor.
Öte yandan, Çin’e geri dönersek, Çin ekonomisi hakkında en önemki yapısal risk olarak görülen bankacılık sektörü bilançoları bir saatli bomba misali orta yerde duruyor. Çin Komünist Partisi’nin ana stratejisi, Çin ekonomisinin, tüketen kapitalist ekonomilere yapılan ihracat ile büyütülüp sanayi istihdamının artırılması ve bu sayede Çin’in tek parça olarak ekonomik refahının yükseltilmesine dayanıyor. Bu amaçla kredileri hızla büyüyen bankacılık sektörünün risk yönetimi yetenekleri ve isteğinin pek de güçlü olmadığı biliniyor. Roll-overlarla hayatiyetleri devam eden kredilerin bir noktada geri dönüş problemlerinin başlayarak tüm sistemi risk altına sokacağı artık üzerinde tartışma olmayan bir konu. Çin’deki ekonomik balonların patlaması durumunda ani düşüşler mi yoksa Japonya usulü 20 yıla yayılan düzeltmeler mi göreceğiz, bilmiyoruz.
Ancak sinirlerin gerilmiş olması geçen haftaki gibi aşırı tepkilerin de sebebi. Böyle durumların tekrarlanmayacağı konusunda kimse bir garantiye sahip değil. Şanghay geçen haziran ayından itibaren yaşadığı düzelmelere rağmen geçen hafta sonu itibariyle 2014 haziran seviyelerinin yüzde 60 üzerindeydi.
Bizim gibi ülkelerde ise ana mesele bir taraftan büyümeyi hızlandırıcı, dönüştürücü ekonomik programların geliştirilmesi, diğer yandan da dış piyasalardan gelebilecek olası dalgalanmaların etkilerinin minimize edecek ‘güvenlik önlemlerinin’ alınması.