Karanlığa doğru yolculuk
1990'lı yılların ortalarına doğru, bankacılık sektörü coşmuş, karlar, faizler almış başını gitmiş, rekabette akıl almaz boyutlara ulaşmıştı. Bu hareketli piyasalardan, bankalar kadar çalışanlar da istifade ediyorlardı. Yüksek transfer ücretleri, astronomik ücretler, gelenler, gidenler… Bankalar için artan maliyetler, daha fazla para kazanma ihtiyacı ve gereksinimi. Ve hep dillerde dolaşan aynı cümleler, bu balon bir gün gelir patlar. Öyle de oldu, ilk olarak 1999’da başlayan kriz, ardından 2001’de final yaptı ve bomba patladı. Bir çok bankacı işsiz kaldı, pek çok banka TMSF’ye devredildi; ne o yüksek karlar kaldı, ne de yüksek ücretler. Finans sektörü, sağlam bir sektör olduğundan, kısa sürede ayağa kalktı. Ama bu kalkma esnasında, sektör önemli ölçüde zarar gördü. Yabancı sermayeli pek çok banka Türkiye’de faaliyet göstermeye başladı, Türk bankalarını ya satın alarak, ya da ortak olmak suretiyle. Yerli banka sayısı geçmişe göre son derece azaldı.
Şimdi neden durup dururken, bankacılık sektöründe yaşananlara değindiğimi merak etmiş olmalısınız. Cümleye, “benzetmek gibi olmasın…” diyerek başlamak durumundayım. Çünkü ben bizim sektörün biraz oraya doğru gittiğini düşünmeye başladım. Her geçen gün, özellikle büyük şirketler arasında rekabetin artması ile transferler de hız kazanmaya başladı. Sektörde ücretler de özellikle bu transferlerin de etkisi ile yukarı doğru çıkmaya başladı. Bir çok şirket, sürekli artan maliyetler ile boğuşmaya çalışırken, sektörümüzün en önemli zaafının ne yazık ki fiyatları yukarıya çekememek olduğunu da unutmamak gerekiyor. Sektörün kalitesi yükseliyor, insan kalitesi her geçen gün artıyor, bilinç yükseliyor; bunlar elbette çok güzel gelişmeler. Ama gel gör ki, kazanç bir türlü yukarı çıkamıyor. Kazancın yükselmesini cironun yükselmesi ile karıştırmamak lazım, firmaların ciroları ve iş hacimleri artabilir, ama işlem bazlı karlılığın artabilmesi için, ya maliyetler aşağı inmeli, ya da fiyatlar artmalı. Maliyetler aşağı inemediğine göre, artması gereken fiyatlar olmalı. Ancak, ne yazık ki, gerek Türk ihracatçısı, gerekse ithalatçısı özellikle navlun maliyetlerinin artışını kabullenmek istemiyorlar ve rekabetten sonuna kadar istifade edebilmeye çalışıyorlar. Bu durumu değiştirmek için daha fazla çabalamak, hizmet verilen bu firmalara durumu daha iyi anlatmak ve fiyatların yukarıya çekilmesini sağlamak durumundayız. Dış ticaretle uğraşan firmaların da artık bu durumu fiyatlarına yansıtmaya başlamalarını el birliği ile sağlamak ve sadece rekabetin esiri olmamamız gerekiyor. Aksi halde sektörü her geçen gün elbirliği ile karanlığa sürüklemekten endişe duyduğumu itiraf etmeliyim.