Kapitalizmin krizi ve yansımaları

Taner BERKSOY
Taner BERKSOY EKONOMİ DÜNYASI [email protected]

Başlık benim değil. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti’nin düzenlediği “İktisatçılar Haftası”nın ilk oturumunun başlığı. Ben üniversite eğitimimi İktisat Fakültesinde yaptım. Oradan mezun oldum. Mezunlar Cemiyetine o tarihten beri üyeyim. Cemiyet oldukça aktif bir sivil toplum kuruluşudur. Bir çok faaliyetin yanı sıra her yıl İktisatçılar Haftası adı altında ekonomi- siyaset- uluslararası ilişkiler konularını kapsayan ve üç gün süren kamuya açık toplantılar düzenler. Bu toplantılara fakültenin öğretim üyelerinin yanı sıra uzmanlar, iş insanları, piyasa profesyonelleri de katılır. O sene güncellik kazanmış olan sorunlar tartışmaya açılır. Her oturumda panelistler o toplantının konusu çerçevesinde görüşlerini açıklayan sunumlar yaparlar. Ardından tartışma salona açılır, misafirler de kendi düşüncelerini paylaşma imkanı bulurlar. Misafir dediklerimin çoğunluğu fakültede öğrenimini sürdüren öğrencilerdir. Onların da katılımıyla üç gün süren bir beyin fırtınası yaşanır.

İktisat fakültesi bu sene yetmiş dördüncü yaşını sürdürüyor. İktisatçılar Haftası ise kırk birinci yıl toplantısını düzenledi. Bildiğim kadarıyla 1980 darbesinin ertesi yılı haricinde bu gelenek her yıl sürdürüldü. Kısacası, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti çok önemli bir görevi yıllardır inatla ve büyük bir titizlikle sürdürüyor. Yöneticilerine şükran borçluyuz diye düşünüyorum.

Bu yılın İktisatçılar Haftası’nın genel başlığı “Krizin Yansımaları: İktisat, Siyaset ve Adalet” olarak belirlenmiş. Üç gün altı oturum olarak planlanmış toplantıların ilk gün ilk oturumu (dün) benim yukarıya yazı başlığı olarak aldığım “Kapitalizmin Krizi ve Yansımaları” konusuna ayrılmıştı. Toplantının ilk oturumunun sunuşunu ben yaptım. Özetle şunları söyledim.

2008 krizi büyük ve derin bir kriz. Henüz tam anlamıyla sonlanmış da sayılmaz. Ama kapitalizmin ilk krizi de değil bu. Muhtemelen sonuncusu da olmayacak. Zira kapitalizm krize yatkın bir kurguya sahip. Aslında, 2008 krizinin öncesinde de irili ufaklı çok sayıda benzer gelişme yaşandı. Bunların ortak özelliği çevre ülkelerde, daha çok da yeni gelişen piyasalarda ortaya çıkmalarıydı. Kuşkusuz bulaşıcı, hızla yayılan ve hasar veren gelişmelerdi bunlar da. Ama ekonomi entelijansiyası (akademik dünya, Wall Street kodamanları, büyük yayın organları falan) bunları piyasa işleyişleri zaten arızalı olan ülkelerde yaşanan arızi olaylar olarak algıladı, kriz olarak da tanımlamadı. 1990’ların büyük kısmını kasıp kavuran bu krizler türbülans olarak nitelenip, geçildi. Bu aymazlığın bedeli 2007-2008 yıllarında başlayan büyük krizle ödendi. Kriz bu defa sistemin merkezinde ve en büyük ekonomide, ABD’de patlak verdi. Krizin nedeni olarak iki büyük tez atıldı ortaya. Bir grup krizin temelinde uzun süredir devem eden “küresel dengesizlikler”in yattığını düşünüyor. Bir kısım ise son yıllarda ön plana çıkmış olan “finansallaşma” sürecindeki arızaların krizden sorumlu olduğu tezini benimsiyor. Bu iki tez bu gün de gündemde. Ancak iktisadi işlemlerin hem ağırlık hem de hacim olarak geri plana kaydığı, finansal işlemlerin öne çıktığı ve regülasyondan büyük ölçüde vazgeçilmesi nedeniyle bu alanda ciddi dengesizlikler ve kırılganlıkların oluştuğu, krizden bu gelişmelerim sorumlu olduğu görüşü bir adım öne geçmiş gibi görünüyor. Finansal mühendislikle yaratılan yeni enstrümanların risklerin üstünü örtmesi sonucunda büyük risklerin fazla hesap yapmadan üstlenilmesini teşvik eden bir ortam oluştuğu da biliniyor. . Bütün bunlar finansal kırılganlığın fazlasıyla artmasına neden oldu. Son dönem krizlerinin büyük ölçüde bu kırılganlıktan kaynaklandığı geniş kabul gören bir görüş haline gelmiş durumda. Bütün bunlar olurken kimsenin krizi öngörememiş olması da son dönem krizlerinin ilginç bir boyutu kuşkusuz. Bunun nedenleri arasında küreselleşme var, iktisat teorisindeki katılaşma var ve artık krizlerin olmayacağı noktasındaki genel uzlaşı (great moderation) var. Bizim açımızdan önemli olan iktisat teorisinin bu bağlamda fazlasıyla geride kalmış olmasıdır, Bunun nedeni de egemen iktisadi düşünce olan neo-klasik öğretinin piyasaların dengesizlikleri düzeltme kabiliyetine inanç düzeyinde bağımlı hale gelmiş ve katı bir ideolojiye dönüşmüş olmasıdır. Üniversitelere, uluslararası kuruluşlara giderek ülkelerin siyasetine egemen olan bu ideolojinin kriz konusunda adeta bir körleşme yarattığı söylenebilir. Oluşan kriz dinamiğini görememek, kriz etkinlik kazandıktan sonra da piyasaların sorunu çözeceği görüşüne takılı kalmak bu körleşmenin sonucudur kuşkusuz.

Krizin yansımaları büyük ölçüde olumsuz boyutlarda gerçekleşmiştir. Küreselleşme ve kuramsal katılaşma bunda önde gelen etkenlerdir. Küreselleşmenin ülke ve kişi bazında gelir dağılımını bozduğu bu gün artık araştırmalarla belirlenmiş bir olgudur. Aynı süreçte çalışanların “örgütsüzleştirilmesi” ve “yanlızlaştırılması” da devreye girmiştir. Bunlar da günümüzde etkisini gittikçe artıran popülizm ve kimlik siyaseti gibi gelişmeleri devreye sokmuştur. Önümüzdeki döneme taşınacak en önemli yansımalar bunlar olacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomi kıskaçta 20 Aralık 2018
Normalleşme mi? 06 Aralık 2018
Kur’u temizleme 25 Ekim 2018
Yeni bir durgunluk mu? 18 Ekim 2018
Zaman mı kazanıyoruz 11 Ekim 2018
Tedbir gerekirdi 04 Ekim 2018
2019 yılı kritik 13 Eylül 2018
Adını koymadan 06 Eylül 2018