Kapitalizm günah çıkarıyor

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI [email protected]

Salı günü başlayıp, Cuma günü sona erecek olan 47. Dünya Ekonomik Forumu’nun bu yıl ki, konu başlığı “Duyarlı ve Sorumlu Liderlik”. Bu başlığı duyunca aklıma J. Schumpeter’in 1929 bunalımının uzun süre devam etmesi nedeni ile söylediği “güçlü liderler olsa idi, krize çözüm gecikmezdi” sözü geldi.

1971’den bu yana Davos’da Dünya Ekonomik Formu (WEF) toplantılarını düzenleyen Klaus Schwab akıllı bir adam. Seçilen bu başlık ile Trump’a başa geçmeden “liderlik” ne demektir sinyali gönderiyor. Trump’ın ne kadar lider olacağını bilmiyorum, fakat kolay bir dönem de Başkan olmadığı kesin. Üstelik kendisi ve ekibi ekonomi ve politika konusunda çelişkili tavırlar sergiliyorlar. Trump bir taraftan Çin’e karşı korumacılık söylevleri atarken, diğer taraftan da ABD Doları’nın diğer paralar karşısında değer kazanmasının ABD ekonomisinin kaldıramayacağını söylüyor.

Çin’in karnı serbest ticaretle doydu

Davos’a katılanlar içerisinde en önemli konuşmayı Çin Devlet Başkanı Şi Cinping yaptı ve “Korumacılığa karşıyız” dedi. Bir komünist olarak serbest ticareti savunması şaşırtıcı olsa da, buna mecbur. Çünkü Çin halkı, iliğine kadar sömürülse de karnı ancak serbest ticaret sonrası doydu. Kapitalizmin dünya ekonomisine egemen olduğu 1990’lı yıllardan sonra gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeleri üretim alanı olarak kullanırken, bir taraftan da bu ülkeleri sermaye hareketleri ile kıskaca aldı. Nasıl mı? Çin örneğinden hareketle anlatalım.

Çin dünyanın en fazla ihracat yapan ülkesi. Dış ticaret fazlası veriyor. Cari fazlası var (yani tasarruf fazlası) . Çin ucuz emek satarak elde ettiği yaklaşık 3,5 trilyon dolarlık döviz rezervinin önemli bir kısmını ABD devlet tahviline yatırıyor (bu arada TCMB’nın da döviz rezervinin bir kısmını aynı şekilde değerlendirdiğini söyleyelim), yani ABD’ye borç veriyor, hem de yaklaşık %2 dolayında bir faiz karşılığında. Çin döviz rezervini dolar cinsinden tutarak FED’in ciddi bir senyoraj geliri (hükümranlık geliri) elde etmesini sağlıyor, tahvil alarak da

ABD ekonomisini düşük faizle finanse ediyor. Diğer gelişmekte olan ekonomilerin durumu da bundan pek farklı değil. ABD ve diğer gelişmiş ülkeler böylece sermaye serbestliği sayesinde gelişmekte olan ülkeleri askersiz, silahsız teslim almış oluyorlar. Bu ülkelerin siyasetçileri gelen sermaye (hele ki, anlamlı yatırımlarda kullanmazlarsa) ülkeden çıkar, döviz krizine gireriz korkusu ile vergi bile almıyorlar (Türkiye gibi).

Güney Kore sermaye hareketlerini akılcı kullandı

Sermaye hareketlerini akılcı kullanan ülkeler de oldu. Güney Kore bunun en iyi örneği. Ancak onlar sermaye girişine ülkeyi açarken ulusal sanayileşme politikalarından vazgeçmediler. Rekabetçi bir sanayi sektörü yarattılar. 1997 krizinden şirket evlilikleri ile sıyrıldılar. Şimdilerde ABD, Güney Kore ve Almanya ile asimetrik bir savaş yürütüyor. Vergi cezaları vb. yollarla bu ülke şirketlerini terbiye etmeye çalışıyor. Firmaları yasal kısıtlamalarla sıkıştırıyor.
Ticaret savaşı kızışınca korumacılığa gidelim diyenlerin sayısı arttı. Serbest ticaret yanlıları bunları “popülist” olmakla suçluyorlar. Bu kavram biz Türklere yabancı değil, içimiz dışımız popülist söylemlerle dolu. Hem de Menderes’in “bu ülkeyi küçük Amerika” yapacağım dediği günden beri.

Küreselleşme kendine alan açmak amacıyla politik arenada, önce eski Doğu Bloku ülkelerinde sonra da diğer coğrafyalarda “bahar” yaratma hevesine girişti. Doğu Bloku kolayca çözüldü. Ancak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bu yapılanma baharlarla değil, savaşlarla anılan ülkeler yarattı. Bu ülkelerin diktatörleri, sığ politikacıları bu tuzağa düştüler. Ancak bu tuzak artık terör yolu ile sermaye sahibi ülkeleri de rahatsız ediyor.

Davos’da “güçlü liderlerle” bu olumsuz tablo sonlanır havası yaratılmaya çalışılıyor. Ancak bunun olması zor. Neden mi? Çünkü dünyanın en zengin sekiz kişisinin serveti, dünyanın yarısını oluşturan 3.6 milyar nüfusun servetine eşit.

Şimdi hiç kimse bu gelir adaletsizliğini (özellikle de kapitalizmin en ilkel biçimine iman etmiş, kimileri de Nobel ödüllü iktisatçılar), “toplam faktör verimliliği”, beşeri sermaye gibi kavramların arkasına sığınmasın. Bunun adı R. Hilferding’ten beri finans sermayesinin sömürüsüdür.

Gelişmekte olan ülkelerin borç yükü alınmalı

Kapitalizmin böyle devam etmesi mümkün değil. Dolayısıyla Davos’daki günah çıkartma toplantısında bir sonuç çıkmaz. Finansal kapitalizm krizin bedelini üstlenmeli, yani gelişmekte olan ülkelerin üzerindeki borç yükünü (hatta kendi yoksul halkının da üzerindekini de) almalı. Yoksa bunun bedeli ağır olur (olmaya başladı bile). İnanmayan J.M. Keynes’in “Barışın Ekonomik Sonuçları” (The Economic Consequences of The Peace) kitabını bir kere daha okusun.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019