Kapitalizm başıboş bırakılmaya gelmez

Seyfettin GÜRSEL
Seyfettin GÜRSEL Seyfettin GÜRSEL seyfettin.gursel@dunya.com

Önce DÜNYA Gazetesi okurlarından geçen hafta bu köşeyi iş yoğunluğu nede­niyle boş bıraktığım için özür dilerim. Yıllardır Açık Radyo’da (malum yeni ismi Apaçık Radyo oldu) iki haftada bir perşembe sabahları dostum Ömer Madra ile ekonomik gi­dişat üzerine program yapı­yorum. Geçen perşembe Kar­talkaya otel yangını faciasından yo­la çıkarak neden doğal felaketlerin ya da insan kaynaklı kazaların Tür­kiye ve benzeri ülkelerde “bu kadar da olmaz” dedirtecek kadar çok sa­yıda cana mal olduğunu açıklama­ya çalıştım. DÜNYA Gazetesi’nde de bu konuyu işlesem mi acaba derken T24’te bir haber okudum ve tered­dütüm kalmadı.

Sorun ruhsatsız otelleri kapatmanın çok ötesinde

Habere göre İstanbul Valiliği bu­gün itibarıyla ruhsatsız ya da ruh­satlı olup basit konaklama belgesi olmayan konaklama yerlerinin ta­mamını kapatma kararı almış. Ka­patılacak otel sayısı 256. Bu otel­lerin bulunduğu ilçe sayısı sadece 12. İnternetten baktım İstanbul’da 2 bin 835 otel varmış. Tabi akla bir dizi soru geliyor. İstanbul’un geri kalan 27 ilçesinde hiç mi ruhsatsız otel yok? Denetimin daha bitmedi­ğini umalım ve diğer soruya geçe­lim. Kalan 80 vilayetin valisi bu de­netimi yapacak mı? Ve can yakıcı soru: Bugüne kadar aklınız neredey­di? Kartalkaya faciası yaşanmasaydı bu denetim yapılacak mıydı?

Ama esas can alıcı soru elbette Tu­rizm ve Kültür Bakanlığı’nın ne yap­tığı. İstanbul’da ve eğer olursa diğer illerde her 100 otelden ruhsatsız olan birini kapatabilirsiniz ama önem­li olan kalan 99 otelin yangına karşı gerekli önemleri alıp almadığını de­netlemek, eksiklikleri olan otelle­ri de bu eksiklikler tamamlanıncaya kadar kapatmaktır. Bu denetimlerin layıkıyla yapılacağından şüpheliyim. Çünkü Türkiye’de kapitalist sistem, daha somut söylersek özel işletmeler gerektiği gibi denetlenmiyor ve bu­nun da esaslı nedenleri var.

Kapitalizmin mayası

Kapitalizmin mayasında yatırılan sermayeden olabilecek en yüksek ka­zancı sağlamak güdüsü vardır. Bu da normaldir. Piyasa ekonomisinde re­kabet altında mal ve hizmet üreten özel girişimler piyasa fiyatı veri iken maliyetlerini olabildiğince düşük tu­tarak en yüksek kârı elde etmek için çabalarlar. Bu çaba çerçevesinde ma­liyetlerin azaltılması teknolojik ye­nilikler ve kaynakların etkili kulla­nılması ile sağlanır.

Bu bardağın do­lu tarafıdır. Tarihte sermaye sınıfının rekabet ve patent düzenlemelerini er­ken bir dönemde geliştirmesi tesadüf değildir.Bardağın boş tarafında ise maliyetlerin ücretli emeği olabildi­ğince uzun süre ve mümkünse kendi­ni yeniden üretecek kadar bir ücretle çalıştırma çabası vardır.

İnsana ge­lebilecek zararlar bireysel kapitalis­tin sorumluluğunda değildir. 19. Yüz­yılın ve büyük ölçüde 20. Yüzyılın ilk yarısının kapitalizmi böyleydi. Bu dö­nemin ünlü romanlarında ve tarih­sel belgelerinde dehşet verici çalışma koşulları ve yaşanan facialar çok çar­pıcı bir şekilde anlatılır. Kapitalizmin başıboş kaldığı bu dönemde sermaye önce doğal felaketlerden (deniz kaza­ları) daha sonra genelde her türlü ka­zadan kaynaklanan mala zararı karşı­lamak için sigorta sistemini geliştir­mekle yetinmiştir.

Kurala dayalı önlemler ve denetim olmadan olmaz

“Vahşi kapitalizmin” doğal boşlu­ğu olarak da adlandırabileceğimiz bu boşluk gelişmiş kapitalist ülkelerde, özellikle kapitalizmin doğduğu Av­rupa’da, önce işçi sınıfının örgütlü mücadelesi daha sonra da demokra­sinin, düşünce özgürlüğünün ve in­san haklarının gelişimi sonucu dev­letin müdahil olmasıyla günümüzde büyük ölçüde dolduruldu.

Günümüz­de kapsamlı kurallar ve sıkı denetim sayesinde gelişmiş kapitalist ülkele­rin çoğunda depremler ne kadar şid­detli olursa olsun (Japonya ve Şili) hasar ve can kaybı çok sınırlı kalıyor. Maden kazaları, otel yangınları daha ender oluyor olduğunda da yaşamı­nı yitirenlerin sayısı insanın boğazı­nı düğümleyecek kadar çok olmuyor.

Ama ne yazık ki özgürlüklerin kı­sıtlandığı, insan haklarına değer ve­rilmeyen, sivil toplumun gelişeme­diği yarı demokratik yarı otoriter ül­kelerde durum böyle değil. Ne yazık ki Türkiye de bu ülkelerin arasında. Son yıllarda büyük can kayıplarına mal olan pek çok facia yaşandı. Bun­lar saymakla bitmez, saymak için de internete bakmak gerekiyor çünkü unutuyoruz. Hatırladığım Soma fa­ciası var. 6 Şubat depremi ve bebek ölümleri henüz canlı vakalar.

Son alarak da Kartalkaya faciası. Son yıl­larda büyük can kayıplarına neden olan faciaların tümünde denetim­den sorumlu kamu kurumlarının ih­mali söz konusu. Çoğu zaman geri­den gelseler de kurallar var mı? Var. Eksiklikler var mıdır? Olabilir. Ama esas sorun bu kuralları tarafsız ve kapsamlı şekilde uygulatacak kamu­sal otoritenin eksikliği. Bu eksikliğin temelinde de Türkiye’de ve pek çok gelişmekte olan ülkede kapitalizmin evcilleşme aşamasına gelemeden farklı bir aşmaya yönelmesi. Bu aşa­maya evrensel yazında “Crony capi­talism” deniliyor.

Türkçede “Ahbap çavuş kapitalizmi” diyoruz. Bu kapi­talizmde, rüşvet ve kayırmacılık yay­gındır. İktidara yakınlık derecesine göre kuralları da esnetmek mümkün­dür. Bir de hükümetlerde bizzat bü­yük sermaye sahiplerinin yer alma­sı doğal karşılanır. Bu koşullar değiş­medikçe büyük can kayıplarına mal olan facialar da ne yazık ki devam edecek demektir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar