Kanal İstanbul’un bedeli
Daha önce kamuoyunda yoğun tartışmalara yol açan ve bir dönem askıya alınan Kanal İstanbul projesi, birkaç hafta içinde sessizce ama hızla ilerlemeye başladı.Bölgeye cami, okul ve iş yerlerini de içeren yeni bir yaşam alanı planlandı.
Tüm bu adımlar, projenin, daha önceki yıllarda kamuoyunda yarattığı tartışmalara rağmen, şimdi sessizce ama hızla ilerlediğini gösteriyor. Ancak bu sessizliğin ardında büyük bir çevresel gürültü var. Toplamda 55 milyar liralık 28 ihale dağıtılmış durumda. Bu rakamlar yalnızca ekonomik bir büyüklüğe değil, aynı zamanda çevresel maliyetlere de işaret ediyor.
570 milyar liralık ekolojik risk
Kanal İstanbul’un planlanan maliyeti yaklaşık 15 milyar dolar, yani bugünkü kurla 570 milyar liraya yakın. Proje, 45 kilometre uzunluğunda, 360 metre genişliğinde ve 21 metre derinliğinde dev bir kanal öngörüyor. Kazı çalışmaları sonucunda çıkarılacak hafriyat miktarı 1,5 milyar metreküpten fazla. Bu da yaklaşık 100 milyon kamyon seferi demek. Bu devasa taşımacılık faaliyetiyle oluşacak karbon salımı ise 10 milyon tonu aşacak. Türkiye’nin yıllık toplam karbon salımının yaklaşık yüzde 2’si yalnızca bu projeden kaynaklanacak. Bu kadar büyük bir fiziki müdahalenin İstanbul’un doğal dengesini sarsmaması mümkün değil.
Kanal güzergâhı, İstanbul’un en önemli içme suyu havzalarından bazılarını doğrudan etkiliyor. Sazlıdere ve Terkos barajları, İstanbul’un su ihtiyacının yüzde 30’undan fazlasını karşılıyor. İstanbul’da kişi başına günlük ortalama su tüketimi 189 litre. Kuraklık riski ve iklim krizi zaten şehir için ciddi bir tehditken, bu su kaynaklarının zarar görmesi geri dönüşü zor bir kayba yol açacak. Sürdürülebilirlik yalnızca çevreyi korumak değil; şehirleri uzun vadeli risklerden uzak tutmak, kaynakları dikkatli kullanmak ve gelecek kuşaklara yaşanabilir bir çevre bırakmaktır. Kanal İstanbul ise bu yaklaşımın tam karşısında duruyor. Projenin geçeceği bölgede 13 bin hektardan fazla tarım arazisi ve yaklaşık 5 bin hektar ormanlık alan kaybedilecek.
Bu alanlar yalnızca doğal değil; aynı zamanda ekonomik değeri olan, karbon yutma kapasitesine sahip ve kent için tampon işlevi gören bölgelerdi. Sürdürülebilirlik, yalnızca doğayı korumak değil; kentleri uzun vadeli risklerden uzak tutmak, kaynakları dengeli kullanmak ve gelecek kuşaklara yaşanabilir bir çevre bırakmaktır. Kanal İstanbul, bu tanımın dışında kalıyor. Projenin geçtiği güzergâh boyunca 13 bin hektardan fazla tarım alanı ve 5 bin hektarlık orman zarar görecek. Bu bölgeler, İstanbul’un son kalan doğal tampon alanları.
İstanbul’da artık eşik aşıldı
Ekosistem üzerindeki baskı bununla da sınırlı değil. Kanal, Avrupa-Afrika-Asya kuş göç rotalarından birinin üzerinden geçiyor. 124 kuş türü ve 15 memeli türü doğrudan etkilenme riski taşıyor. Aynı zamanda, Karadeniz ile Marmara Denizi arasındaki doğal tuzluluk ve akıntı dengesi bozulacak. Bu, Marmara’da oksijen seviyesinin daha da düşmesi ve müsilaj tehlikesinin artması anlamına geliyor. Geçtiğimiz yıllarda yaşanan felaketi hatırlamak yeterli. Kanal İstanbul’un yaratacağı yeni şehirleşme baskısı da ciddi bir sorun.
İstanbul’un kuzeyi, yıllardır yapılaşmadan korunan bir bölgeydi. Şimdi, burada 24 bin konut yapılıyor. Yeni yollar, limanlar, köprüler, dolgu alanları… Tüm bunlar, İstanbul’u sürdürülemez bir büyüme sarmalına sokuyor. Bir kentin taşıma kapasitesi vardır. Ekosistemlerin dayanma eşiği vardır. Kanal İstanbul, bu eşikleri ihlal ediyor. Siyasi değil, çevresel bir meseleden söz ediyoruz. Rakamlar net: doğa bu projeyi kaldırmaz. İstanbul’un ihtiyacı daha fazla beton değil; daha fazla denge. Bu özellikleriyle Kanal İstanbul artık bir tercih değil; bir eşik. Ve artık bu eşiği geçip geri dönüşü zor bir yola girdik.