Kanal İstanbul yerine limanla buluşmuş bir Antep’le sanayimiz çiçek gibi açar
Ekonomide toparlanma işaretleri alıyoruz. Oysa içeriğini analiz ettiğimizde, sürekliğine gölge düşebilecek kaynaklarla beslendiği ortaya çıkıyor. 2000 sonrasının büyüme politikasında inşaat sektörü başattır. Buna bir de TÜİK’in yeni GSYİH serisindeki yüksek inşaat payını eklersek, büyümenin temel kaynağı ortaya çıkıyor. Deprem ve kentsel dönüşüm üç büyük kenti yeniden inşa etti. Enflasyon ve işsizlik stok biriktirdi. Bir taraftan stokları şişiren etmenler yerli yerinde dururken, diğer taraftan eritilmesi için şu 3 temellerden destek görüyor: İşsizliğin tarımsal nüfustan kentlere doğru göçü zorlaması. Türkiye’nin eğitim politikasının mega kentlerde çözüm bulması. Suriyeli nüfus ve barınma gereksinimleri. Bunun karşısına çıkan ciddi açmazlarımız da bulunuyor.
Şu Arthur Okun tarafından geliştirilen hoşnutsuzluk endeksi. Bunu önemsemek gerekiyor. Endeks, işsizlik ve enflasyon oranlarının toplamından oluşuyor. Burada genel enflasyonu ve genel işsizliği dikkate alırsak yüzde 22.37; yok eğer, tarım dışı işsizliği alırsak yüzde 24.27 sonucuna ulaşırız. Bu oranlar bizi küresel en sıralamada yalnızlaştırır.
Hazine’nin temmuz nakit gerçekleşmeleri aşırıya kaçan faiz dışı harcamaların alarmını veriyor. Gelirler yüzde 12, giderler yüzde 17.4 artarken nakit açığı da 2016’nın ilk 7 ayına göre yüzde 240 artırıyor. Hazine’nin bu toplam yüzde 17.4’lük artışlı giderleri, faiz ve faiz dışı olmak üzere iki grup altında incelenir. Bunlardan faiz dışı harcamalar yüzde 18.6, faiz harcamalarıysa sadece yüzde 6 artış kaydeder.
Faiz dışı harcamaların nedenini biliyoruz, “devlet eliyle büyümek”. Çünkü işler zora girmezse, serbest ekonomilerde devlet taşın alına elini koymaz. Koymamalıdır da… Bilir ki, bu tercih çok sert bir kısır döngünün içine çekebilir ekonomiyi. Zamanında dönüşüm sağlanmazsa, bu girişim Türkiye iktisat tarihinde “dar alanda kısa paslaşmalar” olarak kalır. Daha somut konuşursak, faizlerde FED destekli artış furyasına karşı durabilecek tek güç; bütçe disiplinimizdir. Bozulan yırtılan bütçenin dikildiği tezgah, Hazine’dir.
Yabancı yatırımcıların bozulan algısı belirginleşiyor. Körfez sermayesi, Afrika, Asya, Avrupa Birliği, ABD, ya da Rusya fark etmiyor. Birinden diğerine atlayabilen bir bulaşma etkisiyle gelişiyor. Şu ana kadar bunu çok derinden hissetmedik. Burada imdadımıza küresel serbest sermayenin görece düşük borçlanma maliyetleri yetişiyor.
Sözün özü şu ki; Kanal İstanbul yerine, mesela Gaziantep’e deniz getirmeyi hayal etmek doğrudur. Bunu başarırsak, yüksek katma değerli ihracatımız sıçrar. Yerli üretimi batıdan güneye kaydırırız. İstihdam, eğitim ve terör açmazına anahtar teslimi çözüm sunarız. Antep, ipek yolu üzerinde olma avantajını, Osmanlı’da sanayiyi üstlenen gayrimüslim nüfus yoğunluğuyla birleştirerek, iş kültürüne perçinlemiş bir şehrimizdir. Ancak limandan uzakta olmak, küresel fiyat esnekliğini ve rekabet kabiliyetini zora sokmaktadır. Mersin limanı 300 kilometre ötededir ve sanayicinin sırtına yüzde 10 navlun yükü bildirmektedir. Olması gereken, İskenderun ya da Mersin limanına Antep sanayisi için raylı bir hat döşemektir. Artık umutlarımız güçlü sanayinin resmini çizmelidir. Daha daha büyük mega kentlerin değil. Büyük şehirlere yüksek yığılım yapmanın, derinden derinden nasıl da altyapı sorunlarımızı beslediğini; 19 Ağustos depremi, 53 derece hissedilen yaz sıcaklıkları ve ani set felaketleriyle artık iyice anlamış olmamız gerekir.