Kamu mal alım ihalelerinin % 93’ünde % 15 kuralı çalışmıyor

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Geçenlerde bir dostum, “Yaklaşık 5 milyar dolar para dağıttık ama tık yok.” dedi. Konumuz inovasyon destekleri ve bunların ekonomiye katkısıydı. Son dönemde, hükümetlerimiz, inovasyonu desteklemek için etrafa para saçıyor. Yerli teknoloji gelişsin istiyorlar. Ama bakın hala ses var, görüntü yok. Bu işleri bilen, yetkili dostumun söylediği gibi, “Tık yok.” Neden? İnovasyon sürecinde hükümetlerin rolü yok mu? Bu teknolojik yenilikleri öyle Steve Jobs gibi mitolojik yaratıklar ilham gelince, kendi başlarına mı yapıyorlar? Nedir Türkiye’nin problemi? Bu memlekette Steve Jobs kıtlığı mı var? Yoksa ortada bir yöntem ve de yordam problemi mi var? Ben ortada bir yöntem ve yordam problemi olduğunu düşünüyorum. Kamu ihalelerinde Türk malları lehine getirilen yüzde 15 fiyat avantajı tam da yerli teknoloji gelişebilsin diye getirilmedi mi? Yabancı muadiline göre yüzde 15 pahalı olsun ama bizden olsun demedik mi? Dedik. Ama bakın çalışmıyor. Biz nerede hata yaptık? Gelin ne gördüğümü anlatayım. 

Amerikan General Electric şirketi, 2011 yılından beri, GE İnovasyon Skor Tabelası (Innovation Scoreboard)’ nı yayımlıyor. Skor Tabelası dünya çapında faaliyet gösteren şirketlerin yöneticilerinden üç bin kadarı ile konuşularak yapılıyor. Amaç, bu kişilerin hem kendi ülkeleri hem de farklı ülkelerle ilgili kanaatlerini raporlamak. Hemen size iki sonuç vereyim. Amerika Birleşik Devletleri inovasyona uygun ortam sağlayan ülkeler sıralamasında ön sıralarda yer alıyor. Türkiye ise 50 ülke arasında 21’inci sırada. Bu ilk nokta. Geçeyim ikincisine. Tabelada benim ilginç bulduğum bir bulgu da şu: Türkiye dışından soruyu cevaplayan şirket yöneticilerinin yüzde 26’sı Türkiye’yi inovasyona uygun ortam sağlayan ülke olarak nitelerken, Türkiye’den soruları yanıtlayanların ise yüzde 59’u Türkiye’nin inovasyona uygun ortam sağlayan bir ülke olduğu yönünde kanaat belirtiyor. Ortada bir algı uçurumu var: Biz burayı iyi görüyoruz ama burası dışarıdan o kadar da iyi görünmüyor. İnovasyon söz konusu olunca benzer bir algı uçurumu İsrail için de geçerli görünüyor. Ben ilginç buldum: İçinde yaşayanlar, hallerinden memnun ama dışarıdan bakanlar o kanaatte değiller. Ama hiç değilse, İsrail inovasyon sürecinde aktif bir rol oynuyor. Oradakiler hiç değilse, inandıklarını yaşıyorlar. Biz burada yalnızca inanıyormuş gibi yapıyoruz. 

Üçüncü nokta doğrudan şu yöntem işine girmeme faydalı olabilecek bir meseleye dayanıyor. İnovasyon nasıl desteklenir konusunda ülkeler ikiye ayrılıyor: Piyasalara giriş çıkış serbest olsun, teknoloji dışarıdan ithal edilsin diyenlerin olduğu ülkeler ile kamu alım politikaları ülke içinde yerli teknolojilerin geliştirilmesine imkan sağlasın diyenlerin çoğunlukta olduğu ülkeler. İlk beşleri açıklıyorum: İthal edilsin diyenlerin çoğunlukta olduğu ülkeler, Singapor, İsrail, isveç, Suudi Arabistan, Hollanda. Yerlisi olsun diyenlerin çoğunlukta olduğu ülkeler, Japonya, İngiltere, Avustralya, Türkiye, Polonya. Nedir farkı? Piyasalar serbest, teknoloji ithal olsun diyenler, küçük iç pazara sahip olan ülkeler. Yerli teknoloji üretimi desteklensin, kamu alımları bir sanayi politikası aracı olarak kullanılsın diyenlerin çoğunlukta olduğu ülkeler ise geniş bir iç pazara sahip daha kalabalık ülkeler. Bu ankete cevap verenlerin şirket yöneticileri olduğunu da unutmayın. 

Peki, nedir Türkiye’nin problemi? Kamu alımlarının bir sanayi ya da inovasyon politikası aracı olarak kullanılması fikri sistemimize yabancı değildir. Türkiye’de kamu mal ve hizmet alımlarında Türk malına yüzde 15 fiyat avantajı da bu nedenle verilmektedir. Nedir? Türk malı şartnameye uygunsa, yüzde 15 pahalı bile olsa, ihaleyi kazanabilir. Ama bu iş öyle tek başına olmuyor. Bakın mesela, son elli yıldır, dünyanın teknoloji lideri Amerika’dır. Neden? Amerika ARGE çalışmalarını desteklemektedir. Steve Jobs, Iphone veya Ipod’u nasıl yapmıştır? Iphone ve Apple ürünlerine özgü olduğunu düşündüğümüz, dokunmatik ekran teknolojisi, Avrupa ve Amerika’daki araştırma laboratuarlarında 1960’lar ve 1970’lerde geliştirilmiştir. Öyle bir anda değil, aşama aşama, adım adım. Apple parçaları birleştirip, teknolojiyi ticarileştirmiştir. Önemlidir ama baştaki temel araştırmalar olmadan manası yoktur. Somutlaştırayım: 2007 yılında Fizik dalında Nobel ödülünü Albert Fret ve Peter Grünberg GMT (giant magnetoresistance- mıknatıssal alanda direnç değişimi) üzerine buluşları ile aldılar. GMT sayesinde bilgisayarların ve de elektronik ürünlerin veri saklama kapasitesi inanılmaz biçimde arttı. GMT olmasa, Ipod olmazdı. Oldu. Devlet tarafından desteklenen temel araştırma sayesinde oldu. Bu bizde sistematik bir biçimde yoktur. Olanı ticarileştirme kapasitesi de sıfırdır. Bugün “TÜBİTAK’ın araştırma destek envanteri nedir?” diye sorsanız, cevap alamazsınız. Yoktur. Acı olan kimsenin merak etmemiş olmasıdır. Ben sordum. Peki, o zaman yüksek teknolojili Türk malları olması ve de kamu ihalelerine girmesi için şirketlerimiz ne yapabilir? Yabancılarla ortak işler yapabilirler. Bu tür işbirliklerini kolaylaştırmak gerekir. GE Inovasyon Skor Tabelası’na göre, sınır ötesi şirketler arası işbirliklerini zorlaştıran temel faktör fikri mülkiyet haklarının korunması meselesidir. Kimse emeğini başkasına çaldırmak istememektedir. Türkiye, fikri mülkiyet haklarının (IPR) korunmasında iyi bir noktada değildir. Konu elbette kanunlarımızda yer almaktadır. Ama uygulama sıfırdır. Aynı “ses var, görüntü yok” durumu burada da geçerlidir. Bu yargı sistemi ile IPR koruması olmaz. Twitter bugüne kadar Türkiye’de neden ofis açmamışsa diğerleri de ondan açmamıştır. Geleyim üçüncü tespitime. Kamu ihale sistemi istatistiklerine bir bakın. Gerçi kamu ihale kanununa istisnaları tanımlamak için eklenen alt bentlerde alfabemizin 24’üncü harfi olan “t”ye geldik ama yine de mevcut ihaleler bir elektronik sistemde toplamış durumda. Burada görünen şudur: Yabancılara da açık olan kamu mal alım ihalelerinin yalnızca yüzde 7’sinde Türk malı için konulan yüzde 15 kuralı işletilebilmektedir. Çarşambanın gelişi perşembeden bellidir. Kamu alımları vasıtasıyla teknoloji geliştirme hadisesi en son Onuncu Kalkınma Planı’na da girdi. Orada kamu alımlarının bir sanayi politikası aracı olarak kullanılması gerektiği genişçe yer aldı. Ama bu işi nasıl yapacağımızı hala bilmiyoruz. Birilerinden öğrenmemiz lazım, onu da sormuyoruz. Bir tek etrafa para saçıyoruz. Onun da işe yaramadığını pekala biliyoruz. Ortada bir yöntem ve yordam sorunu var derken, onu diyordum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar